en son 29.07.2012'de yazmışım bu sayfaya. dile kolay, 2 yıl olmuş neredeyse. bu zaman içerisinde 'sıradan bir genç'in hayatında neler olabilecekse aynılarını ben de yaşadım. üniversiteli oldum. sevgilim oldu. ailevi sorunlar. parasızlık. depresyon. aklınıza gelebilecek her şey.
şimdi biraz eski zamanlara gidelim. biz kimdik? bizi tanıyanlar biliyor durumu, tanımayanlara da şöyle bir özet geçeyim: bu blogun yazarları ve blogun yazarı olmayan daha birçok kişi mor ve ötesi aracılığıyla tanıştılar. vakti zamanında daha hepimiz epey ufak, baya çocuk, azcık da ergen iken, mor ve ötesi fan forumuna üye olduk. o forumdan güzel arkadaşlıklar, dostluklar çıktı. farklı şehirlerden hatta ülkelerden insanlar bir araya geldi, kaynaştı. bu anlattıklarıma bir 6 yıl olmuştur en az. altı yahu!
peki, biraz şimdiye gelelim. biz kimiz?
biz hala çok iyi insanlarız bir kere. hala çok iyi arkadaşlar çok güzel dostlarız. büyüdük. baya büyüdük. kimimiz mezun oldu, kimimiz mezun olmak üzere, evlenenimiz bile var ki!
ben evlenmedim hayır. mezun da olmadım. antropoloji bölümü 2. sınıf öğrencisiyim. ve 2. yılımın ikinci dönemini erasmus vasıtasıyla İstanbul'da geçirdim. erasmus bitti ama ben hala İstanbul'dayım. çünkü Avusturya'ya geri dönmem için yeni eğitim ve öğretim yılının başlaması haricinde bir sebebim yok. ailem var tabii, ama hayatımın hiçbir döneminde ailesini çok özleyen bir insan değildim. sırf bu yüzden insan olmadığımı düşünenler var. ama ben gerçekten insanım.
gelelim travis'e. mor ve ötesi forumundan tanışan insanların müzik zevkleri bir aşağı iki yukarı üç sola dört sağa aynıdır. travis, coldplay, muse, beirut, sakin, redd vs dinleyen insanlarız hepimiz. müzik zevkimiz iyidir yani. aramızda daha önce travis'i canlı dinlemiş olan arkadaşları saymazsak birkaçımız için ilk travis konseriydi 19 Haziran İstanbul Black Box konseri. öncesiyle sonrasıyla olağanüstü güzel bir gündü. sahnenin en önünde oluşumuz (Fran'in önündeydik), Fran'e dokunma fırsatınızı yakalayışımız (aslında dokunmak değil, ellemek) hatta bir arkadaşımızın Fran'e sarılışı (Fran de sarıldı tabi), hatta ve hatta Fran'in bu arkadaştan twitter hesabında dahi bahsetmesi ve daha fazlası hayatımda asla ama asla unutmayacağım şeylerden sadece birkaçı.
bu yazıyı bundan 2 yıl önce yazıyor olsaydım konser öncesi buluşmamızdan konser sonrası otobüslere binişimize ve hatta daha sonrasına kadar en ince detayları bile belirtirdim. ama artık yazamıyorum. artık güzel cümleler kuramıyorum. o yüzden bu birkaç satırla idare etmenizi rica ediyorum sizden.
not: konseri ve İstanbul'u güzel kılan herkese teşekkür ederim. şimdilik buralardayım ama emin olun geri döndüğümde de unutmayacağım hiçbirinizi.
11 Temmuz 2014 Cuma
Merhaba.
Sanırım yıllar oldu buraya yazmayalı. Daha doğrusu kusmayalı. İnsan büyüyor lan. Yani gerçekten büyüdükçe susuyor, yazı yazmıyor, tahammülsüz oluyor, idealizmini yitiriyor. Blogu aklıma getiren moradiography arqaaş oldu (dolaylı yoldan morfan’dan başka arkadaşlar daha doğrusu). Bir gece sabaha kadar eski günlerin hesabını tuttuk, dedikodusunu yaptık. Sonra buraya baktık. Şimdi olsa yazamayacağım şeyler yazmışım o vakitler. Ne bileyim, sanki 15 yaşım sivilceli sivilceli karşıma gelse “İstediğin bölümü kazanamadın, devrimci oldun, Ankara’da okuyon, ha bi de hayatın bok gibi” falan mı derdim acaba? Yok lan. 15 yaşım “Canım kilo almışsın yha.s.s” derdi, ben de “Eyvallah” diyip tebrik ederdim bence. Velhasıl kelam, insan bazen hayret ediyor. 2008’den bu yana sanal alemden konuştuğun can ciğer arkadaşlarınla reelde tanışıyorsun, o insanlarla kapılar açıldığında ayaklarını kıçına vura vura koşarak Travis konserinde Fran’in önüne barikat kuruyorsun ve “YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA!!1” falan diyorsun. Tamam son kısım olmadı ama Turn’de, Closer’da ya da ne bileyim My Eyes’ta çıldırıyorsun. Fran zaten seyircilerin arasına dalıyor, arkadaşın biriyle “Hemşerim nörüyon?” kıvamında bir samimiyet içerisinde, sen de adi bir metrobüs sapığı gibi adamın terli kolunu elliyorsun falan. Yakışır mı güzel kardeşim? Avrupalı moradiography arqaaşa bak, şaşkınlığını insan gibi vücuda getiriyor. Bize yakışmaz heval. Üslup!
Efendim, bu olayların debdebesinden arta kalan, özçekimlere konu olacak mutluluğumuz, aldığımız (benim alamadığım) setlistler, penalar; Side’ın nakaratında söyleyemediğimiz “endısıkaynınınınınınindıadasayd” kısmı ve konserde herkesin bir bütün halindeki hareketleridir. Bu mefkûre hali öyleydi ki, bir direniş, bir başkaldırı yahut da bir işgal olsa belki halkta bu derece tesirli olmayabilirdi. Velhasıl, o gün insanlar sanki zaruri bir yağmurdan beslenerek dudaklarıyla ab-ı hayatı içmişlerdi. Bu ab-ı hayat rengini Francis Healey adındaki mübarek sakallı insanın engin lakin minik gözlerinden almıştı. Yüce Rabb hay ağzını yediğimin adamına cennette güzel yerler sağlasındı. Onun varlığıyla bu dünya, bu evren u feza ne bahtlı, ne de güzeldi.
İnsana her zaman elem yazdırmıyor. Zaten insan sadece elemden yazsa, bu psikolojik bir tedavi biçimi olarak güzide akademilerimizin psikoloji kitaplarında kendine yer edinebilirdi. Yazmak, sadece hayata attığımız bir çimdik, bir “ben buradayım” çabası değil (bunu Facebook dürtmesi olarak algılayabilirsiniz). Aynı zamanda evrende klavyemizin tıkırtıları sürekli yankılansın diye de yazar insan. Şayet bilim yanılmışsa, bu tıkırtılar kayboluyorsa çok pis söveceğim. Evrene imzamı atmak istiyordum ulan? İlla bir mektup yazıp uzayın derinliklerine yollamak ve mektubu bir Rus astronotun bulmasını ummak mı lazım? Üstelik PTT götürür mü? Mars’ta arsaların dönümü ne kadar? Bunlar önemli sorunsallar.
Ben de özlediğim için yazıyorum. Çok şey birikti, aynı sularda iki defa yıkanamayacağını bilen biri için hele, gerçekten çok. Konuşmadığımız şeyleri konuşmaya, içimi döküp psikologa para vermemeye karar verdim. Salak mıyım ayol. Bir yandan da Travis’e dair şirinlikleri aklıma getirdim: Yağan dolunun beni nasıl dövdüğünü, taksiden inip 75634957 kilometre sonra mekanı bulabildiğimizi, kapıdaki kodaman görevli ağabeyimizi falan işte. Mayoz bölünüp sürekli her şeye koşturmaktansa biraz sakinleşip buraları özlediğimi belirtmenin daha anlamlı olacağını fark ettim. Bilemedim.
Sevgiler.
20 Haziran 2014 Cuma
19 haziran 2014 - Travis Konseri
Başlık size konunun özetini belirtmiş bulunuyor blog severler:)
Yorucu, bıkkın temalı yazılarımdan sıkıldınız. Okuldan, işten ve insanlarda aynı şekilde..
Summer is coming deyip meydanlara çıkma vakti gelmişti. Nerede güzel etkinlik, olay var oraya gitmeli dedi bir kısım insan. İşte onlardan biri benim, canımı sıkacağıma cebimdeki üç kuruşu sıkıp sokaklarda yorulmayı sevdim bu dönemlerde. One Love Festival'den isim falan tanımadan gittim, ortamının ferahlığı yani insanların rahatça takılması hoştu ama memleketimin insanları hipster olmaya çok özeniyor, yapmayın anam olmuyor bir Glastonbury değil ki hava atıyorsun. Oh Land tatlıydı bak ona şahit oldum, atlayıp insanlara karışmış bunlar güzel detaylar. Neyse.
Travis....
Çok özel ve dört kişilik, İskoç tatlı mı tatlı bir grup yıllardır kulağımın pasını siliyor, memlekette onu seven ne çok varmış dün gece buna tanık olduk. Black box denen bir yerde idi giderken yağmur bastırdı rezil olduk, şanslı olanlar şemsiyesini kapıpta gelmişti. Şemsiyelerle gelmelerinin nedeni yağmurdan ziyade Why does it always rain on me?' dir ama neyse.
Saatlerce bekledik, arkadaşlarla en önde koşarak yerimizi aldık. Mekan tıklım tıklım doluydu,tribününe kadar. Francis çıkınca çığlıklar falan filan. Setlist'i alan tatlı bir arkadaşımın izniyle fotoğrafını da koyacağım. Neyse. Neşeli başladı işte çaldılar falan, Douglas çok karizmaydı o deri ceketle terden kudurmuş olmalı ama karizmasından ve sırıtışından konserin sonuna kadar ödün vermedi adam. Ne tatlı birşeysin sen! Utanmazsa hayatımda ilk kez bir adama öpücük attım ve bana sırıttı.
Andy'de kendinden geçti çoğu şarkıda solo atarken, mikrofon ve gitarı ağlattı. Oda yetmedi amfilere çıktı zıpladı. Ulan az mı bağırdım sana bir pena at bi bak bi sırıt diye sesim kısıldı senin yüzünden. Neil aralarında en cool'u tabisi, ben çalarım davulumu dedi arada oda sırıttı.
Turn benim favori şarkım, en iyi performans ona aitti. Flowers in the window'da o bilindik, sahne önünde dört kişi yanyana geldiler ritimle söylediler, söylettiler.
Side, Love will come throught'ta hoştu ama. Happy'de çok neşeliydik adı gibi, sözleri pek aklımda değildi sallayarak söyledim, forgive me guys! Aslında çok tatlı detaylar vardı her şarkıda. En güzel olan ise Travis'in performansı kadar mükemmel olan izleyiciydi. Meğer ne çok şarkı ezbere bilen varmış. O atmosfere Fran bile şaşırdı. Bizimle konuştu, uçak fobisine tanık olduk. Millet Closer tiryakisi onu da anladık, zaten benim grupla tanışmama vesile olan şarkıdır.Ş iir okudu içinde fuck up falan geçiyor edepsiz olabilir -18 kitleye sesleniyorum: okumayın. Şakaydı. (Şiirin adı bkz: This Be The Verse - Philip Larkin) Bu şiirden sonra Re-offender'a giriş yaptı zaten ooo yeah çığlıklar vesaire. Ne tatlı bir şarkı oda yahu. Tamam hepsi tatlı, sakin olalım.
Konseri başı kadar sonu güzeldi bi kere, şemsiyeler açıldı, herkes ağlamaklı hale geldi sona geldiğimizin farkındaydık ama itiraz edemedik çünkü gönlümüz doymuştu.
Bu konser benim beklentimin çok çok üstünde olmuştu ve daha fazlasını istemem artık (Yıllar sonra gelen not: 2018 yılında Travis ve Massive Attack konserini en önde izledim!) Yetmiyoooor. Kaçıranlarla umarım gene tatlı bi' vakitte denk geliriz.
Not: Francis var ya, benim tam önüme atladı eline dokunma şeresfine ulaştım, sonra şanslı bir arkadaşım adı da Erman'dır delicesine susamış gibi Fran'e sarıldı. Fran şaşkındı, yazarlarımızdan biri ise ağlıyordu mutluluktan :)
Yorucu, bıkkın temalı yazılarımdan sıkıldınız. Okuldan, işten ve insanlarda aynı şekilde..
Summer is coming deyip meydanlara çıkma vakti gelmişti. Nerede güzel etkinlik, olay var oraya gitmeli dedi bir kısım insan. İşte onlardan biri benim, canımı sıkacağıma cebimdeki üç kuruşu sıkıp sokaklarda yorulmayı sevdim bu dönemlerde. One Love Festival'den isim falan tanımadan gittim, ortamının ferahlığı yani insanların rahatça takılması hoştu ama memleketimin insanları hipster olmaya çok özeniyor, yapmayın anam olmuyor bir Glastonbury değil ki hava atıyorsun. Oh Land tatlıydı bak ona şahit oldum, atlayıp insanlara karışmış bunlar güzel detaylar. Neyse.
Travis....
Çok özel ve dört kişilik, İskoç tatlı mı tatlı bir grup yıllardır kulağımın pasını siliyor, memlekette onu seven ne çok varmış dün gece buna tanık olduk. Black box denen bir yerde idi giderken yağmur bastırdı rezil olduk, şanslı olanlar şemsiyesini kapıpta gelmişti. Şemsiyelerle gelmelerinin nedeni yağmurdan ziyade Why does it always rain on me?' dir ama neyse.
Saatlerce bekledik, arkadaşlarla en önde koşarak yerimizi aldık. Mekan tıklım tıklım doluydu,tribününe kadar. Francis çıkınca çığlıklar falan filan. Setlist'i alan tatlı bir arkadaşımın izniyle fotoğrafını da koyacağım. Neyse. Neşeli başladı işte çaldılar falan, Douglas çok karizmaydı o deri ceketle terden kudurmuş olmalı ama karizmasından ve sırıtışından konserin sonuna kadar ödün vermedi adam. Ne tatlı birşeysin sen! Utanmazsa hayatımda ilk kez bir adama öpücük attım ve bana sırıttı.
Andy'de kendinden geçti çoğu şarkıda solo atarken, mikrofon ve gitarı ağlattı. Oda yetmedi amfilere çıktı zıpladı. Ulan az mı bağırdım sana bir pena at bi bak bi sırıt diye sesim kısıldı senin yüzünden. Neil aralarında en cool'u tabisi, ben çalarım davulumu dedi arada oda sırıttı.
Turn benim favori şarkım, en iyi performans ona aitti. Flowers in the window'da o bilindik, sahne önünde dört kişi yanyana geldiler ritimle söylediler, söylettiler.
Side, Love will come throught'ta hoştu ama. Happy'de çok neşeliydik adı gibi, sözleri pek aklımda değildi sallayarak söyledim, forgive me guys! Aslında çok tatlı detaylar vardı her şarkıda. En güzel olan ise Travis'in performansı kadar mükemmel olan izleyiciydi. Meğer ne çok şarkı ezbere bilen varmış. O atmosfere Fran bile şaşırdı. Bizimle konuştu, uçak fobisine tanık olduk. Millet Closer tiryakisi onu da anladık, zaten benim grupla tanışmama vesile olan şarkıdır.Ş iir okudu içinde fuck up falan geçiyor edepsiz olabilir -18 kitleye sesleniyorum: okumayın. Şakaydı. (Şiirin adı bkz: This Be The Verse - Philip Larkin) Bu şiirden sonra Re-offender'a giriş yaptı zaten ooo yeah çığlıklar vesaire. Ne tatlı bir şarkı oda yahu. Tamam hepsi tatlı, sakin olalım.
Konseri başı kadar sonu güzeldi bi kere, şemsiyeler açıldı, herkes ağlamaklı hale geldi sona geldiğimizin farkındaydık ama itiraz edemedik çünkü gönlümüz doymuştu.
Bu konser benim beklentimin çok çok üstünde olmuştu ve daha fazlasını istemem artık (Yıllar sonra gelen not: 2018 yılında Travis ve Massive Attack konserini en önde izledim!) Yetmiyoooor. Kaçıranlarla umarım gene tatlı bi' vakitte denk geliriz.
Not: Francis var ya, benim tam önüme atladı eline dokunma şeresfine ulaştım, sonra şanslı bir arkadaşım adı da Erman'dır delicesine susamış gibi Fran'e sarıldı. Fran şaşkındı, yazarlarımızdan biri ise ağlıyordu mutluluktan :)
12 Haziran 2014 Perşembe
ben hiç yazamıyorum ya!
canım met'e sevgililililerle.
sadece özel günlerde dinlediğim mabel matiz ile birlikte size bu yazıyı tüm içtenliğimle yazmak istedim. hayatımın son 1 senesini mabel matiz'i sevsem mi sevmesem mi bilememekle geçirdim. bu yüzden sadece özel günlerde* dinlemeye karar verdim. demeye getirdiğim; bunu düşünmeye zamanım çok oldu. kafamı başka bi' şeyle doldurmaya değecek şey bulamadım değil. zaman zaman çok büyük hatta kafamı yedirtecek şeyler oldu. sonra serdar ortaç mıdır mor ve ötesi midir bilemedim kavram karmaşasına girdim.
değişimlerin bir anda olmadığını kendimde çok iyi gözlemleyip aynı zamanda aşırı sabırsız biri olarak, mutsuzluğun, heyecanın tüketimin sınırını şuan bi çoğumuzun nokta olarak gördüğünün farkındayım.
Ben de dahil artık insanların birbirlerine selam vermediği, gülümsemediği, konuşmadı, her olaya sinsice yaklaştığı dönemlerdeyiz. daha geçen hafta yolda arkadaşımı görüp konuşmamak için telefonuma bakmış olabilirim. ya da telefonu açmamak için uyuyormuşcasına numaralar da çevirebilirim. HEPİMİZ İNSANIZ!
yazıya başlarken içimde çok güzel duygular vardı, yine olmadı. yine yazamadım. alakasız alakasız konular noktalar virgüller de havada uçuşuyo. bu blog eskiden çok klas idi. hey gidi günler met'e tekrar sevgiler.
*muhteşem yüzyıl finali :(
--yolda telefona bakma olayını yapmadım.evet.
sadece özel günlerde dinlediğim mabel matiz ile birlikte size bu yazıyı tüm içtenliğimle yazmak istedim. hayatımın son 1 senesini mabel matiz'i sevsem mi sevmesem mi bilememekle geçirdim. bu yüzden sadece özel günlerde* dinlemeye karar verdim. demeye getirdiğim; bunu düşünmeye zamanım çok oldu. kafamı başka bi' şeyle doldurmaya değecek şey bulamadım değil. zaman zaman çok büyük hatta kafamı yedirtecek şeyler oldu. sonra serdar ortaç mıdır mor ve ötesi midir bilemedim kavram karmaşasına girdim.
değişimlerin bir anda olmadığını kendimde çok iyi gözlemleyip aynı zamanda aşırı sabırsız biri olarak, mutsuzluğun, heyecanın tüketimin sınırını şuan bi çoğumuzun nokta olarak gördüğünün farkındayım.
Ben de dahil artık insanların birbirlerine selam vermediği, gülümsemediği, konuşmadı, her olaya sinsice yaklaştığı dönemlerdeyiz. daha geçen hafta yolda arkadaşımı görüp konuşmamak için telefonuma bakmış olabilirim. ya da telefonu açmamak için uyuyormuşcasına numaralar da çevirebilirim. HEPİMİZ İNSANIZ!
yazıya başlarken içimde çok güzel duygular vardı, yine olmadı. yine yazamadım. alakasız alakasız konular noktalar virgüller de havada uçuşuyo. bu blog eskiden çok klas idi. hey gidi günler met'e tekrar sevgiler.
*muhteşem yüzyıl finali :(
--yolda telefona bakma olayını yapmadım.evet.
9 Ocak 2014 Perşembe
gecenin ikisine doğru
Bu sefer yeni yıl dileklerinde bulunmayacağım. Kendim içinde bulunmadım zaten. Her sene diledim de ne oldu ama umut etmek güzel şey değil mi?
Finaller is coming. Umrumda bile değil ama o uykusuz geceler..
Karanlık bir odada yazmak zor oluyormuş klavye tuşlarına basarken zorlanıyorum.
Ben niye cümle cümle gidiyorum bilemem, demin uykum tutmadığı için Garden State filmini izledim.Benim gibi biri için geç kalınmış bir film olduğu açık ama durağan.
Peki ya şimdi ne yapacağız?
Bu zamandaki sorunum şu ki kendimi acayip derecede sıkışmış hissediyorum. Aylardır yazmıyordum, yazmaya üşenir, düşünmemeye beynimi paslatır oldum. Hiç iyi olmuyor blog hiç, burdan diğer yazarlar sene içinde görür belki onlara selam yolluyorum en kinayelisinden.Meydanı bana bırakıp gittiler ya la..
Finaller is coming. Umrumda bile değil ama o uykusuz geceler..
Karanlık bir odada yazmak zor oluyormuş klavye tuşlarına basarken zorlanıyorum.
Ben niye cümle cümle gidiyorum bilemem, demin uykum tutmadığı için Garden State filmini izledim.Benim gibi biri için geç kalınmış bir film olduğu açık ama durağan.
Peki ya şimdi ne yapacağız?
Bu zamandaki sorunum şu ki kendimi acayip derecede sıkışmış hissediyorum. Aylardır yazmıyordum, yazmaya üşenir, düşünmemeye beynimi paslatır oldum. Hiç iyi olmuyor blog hiç, burdan diğer yazarlar sene içinde görür belki onlara selam yolluyorum en kinayelisinden.Meydanı bana bırakıp gittiler ya la..
15 Eylül 2013 Pazar
Merhaba
Yeni öğretim yılınız kutlu olsun. Yani okul ve türevlerinden kurtulamayanlar için oluyor bu mesajım. İş sahibi olanlar çoktan geçmiş olsun dileklerimi kabul etsin, umarım yıllık izinleriniz güzel geçer!
Sanırım şu an blogun yönetimi tamamen bana kaldı, iyice kişisel alanıma dönüştü. Bunu bende istemezdim, eskisi gibi her türlü konuda konuda yazmak iyi olurdu. Şimdi ise anlatacak birşey göremiyorum, yazma yetim sıfır. Biraz bişilerden bahsedeyim diyorum ama boş çırpınışlar. Bu çırpınışlar bana basketbol takımımızı hatırlattı. Gruptan çıkamadık ya la.
Neyse ya. Ben bu güzellik abidesi albümü dinliyorum. Eskiden bazı parçalarını bilirdim. Florence Welch'in sesine güvenmemekle hata etmişim. Benim için çoğu İngiliz şarkıcı ablaları solladı. Tamam çoğu şarkısında bağırıyor olabilir ne güzel duygulu duygulu. Bende bağırma yetimi şarkılarda kullanıyor olsaydım daha mutlu bir hayat sürüyor olabilirdim diye kandırayım kendimi. Yok yok, bana duygusal temalı albümler verin ben onları renksiz hayatımda fon müziği olarak kullanıp bir yol oluşturayım kendime.
Yeni öğretim yılınız kutlu olsun. Yani okul ve türevlerinden kurtulamayanlar için oluyor bu mesajım. İş sahibi olanlar çoktan geçmiş olsun dileklerimi kabul etsin, umarım yıllık izinleriniz güzel geçer!
Sanırım şu an blogun yönetimi tamamen bana kaldı, iyice kişisel alanıma dönüştü. Bunu bende istemezdim, eskisi gibi her türlü konuda konuda yazmak iyi olurdu. Şimdi ise anlatacak birşey göremiyorum, yazma yetim sıfır. Biraz bişilerden bahsedeyim diyorum ama boş çırpınışlar. Bu çırpınışlar bana basketbol takımımızı hatırlattı. Gruptan çıkamadık ya la.
Neyse ya. Ben bu güzellik abidesi albümü dinliyorum. Eskiden bazı parçalarını bilirdim. Florence Welch'in sesine güvenmemekle hata etmişim. Benim için çoğu İngiliz şarkıcı ablaları solladı. Tamam çoğu şarkısında bağırıyor olabilir ne güzel duygulu duygulu. Bende bağırma yetimi şarkılarda kullanıyor olsaydım daha mutlu bir hayat sürüyor olabilirdim diye kandırayım kendimi. Yok yok, bana duygusal temalı albümler verin ben onları renksiz hayatımda fon müziği olarak kullanıp bir yol oluşturayım kendime.
19 Haziran 2013 Çarşamba
köprünün altından akan sular
Bir aydır gündem çalkalanıyor, ortalık karıştı demek istemiyorum ama ters giden birşeyler var. Devletin pis tutumu, kendini çapulcu ilan eden sokaktakiler. Bende potansiyel bir çapulcuyum. Bunun üzerine sayfalarca yazılar yazmak istedim, yazsam ne olacak diye düşündüm sonra. Kim okuyacak, kim anlayacak? Aman..
Ne anlatırsak yaparsak boş geliyor artık, hiçbir zaman birliktelik olmayacak bunların bütün sebebi cahillik. Sevgili insanlar cahil olmasaydınız keşke, o zaman mutlu olabilirdik.
Benim bir başka derdim daha var, eğitimle alakalı. Mühendislik öğrencisiyim, bilenler bilir sevgili YÖK teknik öğretmenlere mühendis olma ayrıcalığı vermek üzere! Gündem kadar saçma alakasız bir olay. Her şeyi birbirine karıştırma çabası bir tutma çabası da nedir anlam veremiyorum. Bıktım bu ülkeden sanırım, salak saçma yasalarından..
Ne anlatırsak yaparsak boş geliyor artık, hiçbir zaman birliktelik olmayacak bunların bütün sebebi cahillik. Sevgili insanlar cahil olmasaydınız keşke, o zaman mutlu olabilirdik.
Benim bir başka derdim daha var, eğitimle alakalı. Mühendislik öğrencisiyim, bilenler bilir sevgili YÖK teknik öğretmenlere mühendis olma ayrıcalığı vermek üzere! Gündem kadar saçma alakasız bir olay. Her şeyi birbirine karıştırma çabası bir tutma çabası da nedir anlam veremiyorum. Bıktım bu ülkeden sanırım, salak saçma yasalarından..
26 Ağustos 2012 Pazar
MÜZİK diyorum müzik.
Çoğu zaman uykunun gelmesini beklersin gelmez. Yatakta debelenirsin gene yok.
Şimdi ise son derece uykum var ama yatmaya niyetim yok.Bir nedeni var.
Her sinirine kadar hissettiğim tek şey.
Şimdi ise son derece uykum var ama yatmaya niyetim yok.Bir nedeni var.
Her sinirine kadar hissettiğim tek şey.
29 Temmuz 2012 Pazar
bu da son olsun.
öncelikle merhabalar. uzun zamandır doğru düzgün yazmıyorum(z). blogspot eskisi gibi değil zaten, bloggerların sayısı çok azaldı evet evet. her neyse. bu sayfanın yazarları arasından çıkarılmadığım sürece hep yazmam gerektiğini düşüneceğimden kendi kendimi yazarlıktan atma kararı aldım. hiçbir şey demeden gitmenin de kaba olacağını düşündüğümden haber edeyim dedim. eski ve gereksiz olduğunu düşündüğüm yazılarımı sildim. yaptığım röportaj ve birkaç 'okunur bunlar daha' dediğim yazılar hala duruyor.
hatam olduysa affola. kötü biri değilimdir.
görüşmek üzere diyelim.
hatam olduysa affola. kötü biri değilimdir.
görüşmek üzere diyelim.
17 Temmuz 2012 Salı
sosyal sorumluluk vol.bilmemkaç.adam olun.
Kuzey Kutbu'nu kurtarmak için bana ve kutup ayılarına katıl:
http://rising.savethearctic.org/tr/polar-bear/4ffdd366df5d9200010008fa
ha bi de şöyle bi şey vaar:
Sokaklarda Yapayalnız Bir Kutup Ayısı - Ft. Murat Boz ve Radiohead from Greenpeace Akdeniz on Vimeo.
7 Temmuz 2012 Cumartesi
bağımlılık yapar,dinlemeyiniz.
Evet,Onur'u bulup niye böyle bi iş çıkardığını sorgulayacağız. bıktım, sürekli dinlemekten bıktım anlıyo musunuz?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)