21 Kasım 2011 Pazartesi

26

tekrar o duygular kendini ele veriyor. yine aynı haldeyim. ben yine ağlıyorum. ben hep ağlıyorum.
aklıma bir otel odasında terk edilen kız geliyor. o hep sevgi arıyor, sevgi istiyor.
bazen o kadar çok şey düşünüyorum ki bunları kelimeye dökemiyorum. içime doluyor, çöpü dökmeye kimse gelmiyor. ben de gülüyorum. kendi kendime. amaçsız. yapacak bir şey yok. yarın vizeler bekler. geç kalmamak lazım.

14 Kasım 2011 Pazartesi

behzat ç.

4 (5?) aylık bir aradan sonra ikinci sezon açılışını yaptı behzat ç. de bu akşam. normalde etmediğimiz küfrün kalmadığı pazar günleri, behzat ç.'nin sayesinde 'iple çekilen gün' haline gelmiştir. öyle ki ekranlarda 'bilmem kaçıncı bölümün sonu' yazar yazmaz insanlar 'nasıl geçecek bu 1 hafta ya? pazar olsa da yine izlesek' demektedir.

ben bu diziyi nasıl izlemeye başladığımdan bahsedeyim biraz. daha doğrusu diziye ve bikaç bölüm konuk oyuncu olarak rol alan harun tekin'e nasıl bir kamyon dolusu laf ettiğimden bahsedeyim. 'noluyor harun tekin? sen önce git festus diye şarkı yap sonra POLİS dizisinde oyna. oh!'.
harun tekin'in bir dizide, hem de bir POLİS dizinde oynayacak olması bir yana, televizyonlarda dönüp duran o tanıtım fragmanına da gıcık olmuştum. zaten bir kere kıl oldum ya ne olursa olsun laf atmam gerekiyor. her neyse. 'o ne ya öyle. manyak mı bu adamlar? yolun ortasında inip oynamaya başlıyorlar. bu muymuş yani?' cümlesini kaç kez tekrarladım bilmiyorum. ama her 'behzat ç. bir ankara polisiyesi' fragmanını gördüğümde aklımdan aşağı yukarı aynı şeyler geçiyordu.

sonra bir pazar akşamı izlemeye başladım işte. bilmiyorum ben de nasıl gerçekleştiğini. ama resmen televizyon karşısında sıkılmadan etmeden hiçbir şekilde konuşmadan izliyordum diziyi. peki nasıl oldu da değişti 'POLİS dizisi bu lan!' düşüncem? bildiğimiz polislerden değillermiş ki. ne bileyim ben kardeşim. olmasını istediğimiz polislerdenmiş meğer bu insanlar. onlar da bizim şikayet ettiğimiz konulardan yana dert yanıyorlarmış. e 'tamam' dedim ben de, 'izleyelim o zaman'. bir dakikasını bile kaçırmadan takip ettim sonra diziyi. o saçma önyargı ve düşüncelerimden dolayı kaçırdığım bikaç bölümü de internet aracılığıyla izleyip aradaki açığı kapattım.

sonra her pazar akşamı başka bir şey keşfettim dizide. belki de bu kadar insanın 'gelsin lan artık şu pazar' deme nedenlerini gördüm ben de.

evet küfür vardı. hala var. ve biliyoruz ki olacak. hiçbir zaman rahatsız etmedi beni bu. sonuçta hiç duymadığımız hatta günlük hayatımızda kullanmadığımız şeyler değildi. aksine tuhaf bir şekilde daha samimi kılıyordu diziyi.

sonra alkol. evet çok içtiler. hala içiyorlar. ve içecekler. ama bir an olsun rahatsız olmadım bundan da. sonuçta bu dizi alkol ve küfrün ne kadar da güzel şeyler olduklarını, herkesin bu tarz davranışlarda bulunması gerektiğini söylemiyordu. söylemeyecek de. çünkü bu dizinin konusu alkol ya da küfür değildi. değil. ve olmayacak. çünkü ben hiçbir pazar akşamı çok içen, küfürbaz ayyaş bir behzat görmüyorum ekranlarda.

bu tarz cümleleri hatta belki de 'iddia'ları sevmem ama ben ne görüyorum biliyor musunuz. sevdikleri uğruna canını verebilecek, duygusal, çok ama çok acı çeken, kendini suçlayan, belki de hiç affetmeyecek olan, ve başına her ne gelirse gelsin yolundan asla şaşmayan bir insan görüyorum.
behzat'ın gözünden dökülen tek bir damla yaş, ve arkada çalan güzel bir pilli bebek şarkısı 44 yaşındaki babamı bile(!) ağlayacak hale sokuyorsa başka söze gerek yok bence.

evet biz bu diziyi ailecek izliyoruz. kanepede oturarak başlayıp birden kendimizi televizyonun dibinde bulabiliyoruz hatta.


ben bugün yine çok güzel bir adam, çok güzel insanlar gördüm. behzat'ın gözünden damlayan tek bir damla yine içimi yaktı. küfürlere gülüp geçtim. bazı sahnelerde gözlerimle güldüm. ama yine ağladım be behzat. sen sustun ben ağladım. sen sustukça daha çok doldum. sen ne güzel bi adamsın behzat.


o değil de berna'yı şule öldürmemiş mi nolmuş? KİM ÖLDÜRDÜ LAN BU KIZI?


not: öldür onu babacık. beynini dağıt!


ve şimdi karanlık ve yalnız odamda kulaklık kulağımda pilli bebek dinler, ankarayı hissederim. oh.


edit: emrah serbes'in romanlarını okumadım. ve neden bilmiyorum ama dizi bitmeden de okumayı düşünmüyorum.

edit1: romanda behzat ç.'nin konuşmadığını biliyordum. sözlük sağolsun. fakat bu dizide ne kadar süre devam eder bilmiyorum. ha ama erdal beşikçioğlu'ya pek fark etmiyor bugün anladığımız kadarıyla. çünkü sağolsun yine ağzımıza etmiştir. konuşmadı lan adam. konuşmadı!

edit2: savcıyı da unutmamalı. behzat'ın üstünü başını giydirdiği sahne çok güzeldi. kapısının önüne gidip de - behzat içeride o dışarıda - ağlaşmaları da dizinin bugünki 'en'lerinden olmuştur benim için.

10 Kasım 2011 Perşembe

hiç.

Tatil sonrası yataktan kalkamamak sanırım ilk kez bu kadar kötü bir etki bıraktı bende. Sabah gözlerimi açtım ileriden annemin sesini duydum. Hayır kalkmak istemiyordum. Kalkmayı bırak o an yaşamayı istemiyordum. Yaklaşık bir saat boyunca debelendim bunlar rutin saçma şeylerdi. Kaçmanın anlamı yoktu kalkıp girecektim o kafamın almadığı derslere.
İlk kez ağladım yataktan kalkınca. Utanmasam gidip anneme bile söylenecektim. İçimden -belki rahatlama amacından mı bilemiyorum- tonlarca küfür ettim. Hayatıma dair yaşadığım olumsuzluklar, bir kere de şansın benim yanımda olmuyor oluşuna.. Daha niceleri.
Düşünüyorum da hayat bunun gibi garip (bir o kadarda saçma?) şeylerle dolu benim için. Niye böyleyim sorusuna hiç cevap getiremiyor, her gün yeni bir kavramla boğuşuyorum. İlerisi mi? Ohooo, o bir sonsuzluk.
Çözüm olarak görmezden gelmeyi diliyor, bir nevi aptal olmak istiyorum. Belki şu an da aptalımdır. Peki kime göre?

3 Kasım 2011 Perşembe

gündem.

nereden başlasam?

van depreminden başlayayım. depremde hayatını kaybeden, yaralanan, kimsesiz kalan, şu an soğukta üşüyen, bir şekilde hayata devam etmeye çalışan herkes için çok üzgünüm. tekrar geçmiş olsun diyor, ve ekliyorum.
bazı kendini bilmez insanların 'ilahi adalet işte' yorumlarını okudukça kafayı yedim. resmen çıldırdım. bir kez daha tiksindim insanoğlundan. savunduğu ideolojiler, kalıplaşmış görüşler, ve faşizminden.
sonra onları görmezden gelip 'bu insanlar için ne yapabiliriz' diyenlere yoğunlaştım. bir sürü harika insana rasladım. ve mutlu oldum. van için yapılan onca şeyi ağlayarak takip ettim. bölgenin çoğunluğu kürt vatandaşlardan oluştuğundan konu 'her iki taraf'tan da başka yerlere çekilecekti. ve öyle de oldu. ilahi adalet diyip, depremzedelere üzülmediğini söyleyen türkler (birkaç kendini bilmez koskoca bir millete mal edilemez). benim düne kadar görmezden geldiğim ama her fırsatta türk insanına ve türkiye cumhuriyetine laf eden kürtler (kürtlerin hepsini aynı kefeye koymuyorum). her iki taraf da zaten zor geçen günlerin biraz olsun 'iyileşmesi' için hiçbir şey yapmadılar.

o çirkin sözleri sarfeden türklerden ne kadar utanıyorsam, bir türlü insanların yaptıkları güzel şeyleri görmek istemeyen ve her zaman mazeretler üretip hep ama hep eleştirip bunu 'savaş malzemesi' haline getiren kürtlerden de o kadar utanıyorum.

işin komik yanı ne biliyor musunuz? bundan önceki paragrafı okuduysanız anlamış olmanız gerekiyor gerçi ama ben yine de yapayım açıklamamı. sizin derdiniz, sizin gibi 'insan' olmayanlarla. yani aslında sizin gibilerle. benimle derdi olmayan, bana iyi davranan, beni sevmese de nefret de etmeyen, aklında beni ve ailemi öldürmek gibi bir düşünce geçmeyen insanlarla ben niye iyi anlaşmayayım ki?
ve bu insanlardan o kadar çok var ki dünyada. ben görebiliyorum onları. sizleri de görüyorum.

ama siz sadece görmek istediğinizi görüyorsunuz. ve görmek istediğiniz sadece 'ilahi adalet'çiler. beni görmüyorsunuz. arkadaşlarımı görmüyorsunuz. ailemi görmüyorsunuz. dünyadaki iyiliği güzelliği görmüyorsunuz. çünkü sizin gözlerinizi çirkinlik, hırs, kan, savaş bürümüş. çünkü sizler kontrolden çıkmışsınız artık. üzgünüm ama yönlendiriliyorsunuz.



ikinci gündem maddesine geçelim şimdi de. 13 yaşında tecavüze uğrayan n.ç.'nin davasına. yargıtayın da onayladığı o iğrenç karara. n.ç.'nin sanıklarla 'kendi rızasıyla'(!) birlikte olduğu kararına. ve böylece sanıkların cezalarının hafifletilmesine. 'sadece' bu olay değil, diğer tüm aldıkları kararla ağzımı açık bırakan ve bana küfettiren kararlara sözüm. adalet sisteminizden tiksiniyorum. sizden tiksiniyorum. insanlığınızdan tiksiniyorum.

o sanıkların cinsel organlarını kökten kestirip 'kendi rızaları'yla oldu valla demek istiyorum.


bir yandan toplumun 'ahlaki değerlerini korumak' için elinden geleni yapıyor, istediği her şeyi yasaklıyor, 'bu kitap çocuklar için zararlı. pornografi içeriyor. hem sen nasıl cüret edersin böyle bir kitabı türkçeye çevirmeye?' diyor. diğer bir yandan da bütün bu 'zararlı şeyler'den koruduğu 13 yaşındaki o çocuğa 'yavrum sen kendi rızanla birlikte olmuşsun o heriflerle' diyor.


siz mi gidersiniz biz mi gidelim?


bu ülkede kadını bırak, kız çocuğu(!) bile 'dişi kuyruk sallamazsa erkek hırlamaz' saçmalığına kurban gidebiliyor.