Çoğu zaman uykunun gelmesini beklersin gelmez. Yatakta debelenirsin gene yok.
Şimdi ise son derece uykum var ama yatmaya niyetim yok.Bir nedeni var.
Her sinirine kadar hissettiğim tek şey.
26 Ağustos 2012 Pazar
29 Temmuz 2012 Pazar
bu da son olsun.
öncelikle merhabalar. uzun zamandır doğru düzgün yazmıyorum(z). blogspot eskisi gibi değil zaten, bloggerların sayısı çok azaldı evet evet. her neyse. bu sayfanın yazarları arasından çıkarılmadığım sürece hep yazmam gerektiğini düşüneceğimden kendi kendimi yazarlıktan atma kararı aldım. hiçbir şey demeden gitmenin de kaba olacağını düşündüğümden haber edeyim dedim. eski ve gereksiz olduğunu düşündüğüm yazılarımı sildim. yaptığım röportaj ve birkaç 'okunur bunlar daha' dediğim yazılar hala duruyor.
hatam olduysa affola. kötü biri değilimdir.
görüşmek üzere diyelim.
hatam olduysa affola. kötü biri değilimdir.
görüşmek üzere diyelim.
17 Temmuz 2012 Salı
sosyal sorumluluk vol.bilmemkaç.adam olun.
Kuzey Kutbu'nu kurtarmak için bana ve kutup ayılarına katıl:
http://rising.savethearctic.org/tr/polar-bear/4ffdd366df5d9200010008fa
ha bi de şöyle bi şey vaar:
Sokaklarda Yapayalnız Bir Kutup Ayısı - Ft. Murat Boz ve Radiohead from Greenpeace Akdeniz on Vimeo.
7 Temmuz 2012 Cumartesi
bağımlılık yapar,dinlemeyiniz.
Evet,Onur'u bulup niye böyle bi iş çıkardığını sorgulayacağız. bıktım, sürekli dinlemekten bıktım anlıyo musunuz?
2 Haziran 2012 Cumartesi
kürtaj. sezaryen. tecavüz. en az 3 çocuk.
her yerde aynı şeyleri görmekten bıktığınızı biliyorum fakat benim içimi bir yerlere dökmem gerek. ve o bir yer kesinlikle bu blog.
her şey Recep Tayyip Erdoğan'ın sezaryene karşı olan bir başbakan olduğunu açıklaması ve 'her kürtaj bir Uludere'dir, cinayettir' sözleriyle başladı. hayır yani kaç kez doğum yaptı bu insan? kaç hamilelik geçti başından?
Erdoğan'dan sonra ipin ucu da işin tadı da kaçtı. kürtaj yasası gündeme gelince 'peki ya tecavüze uğrayan kadınlar ne yapacaklar' sorusuna sevgili sağlık bakanı Recep Akdağ 'gerekirse devlet bakar' şeklinde cevap verdi. İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Üstün bey de 'tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı' sözleriyle en 'ağzı düzgün' insanı bile küfrettirdi.
kadınları ilgilendiren bir konunun sadece erkekler tarafından ele alınması, okuma yazma bilmeyen bir insanın kitap tavsiyesinde bulunması kadar saçma. çok saçma. görüş bildirmek, sesini duyurmak için sokaklara dökülen kadınların biber gazı ve cop saldırısıyla karşılanmaları da bir Türkiye klasiği. rezillik. böyle bir konunun sırf nüfusu genç tutmak ve arttırmak için çok basitmiş gibi iki üç kendini bilmez tarafından gündeme taşınması büyük saygısızlıktır. hem kendi anne ve eşlerine, tabii ki kizlarına, ve etraflarındaki tüm kadınlara. bir kadının tecavüze uğramasının ne demek olduğunu o kişi dışında kimse bilemez, anlayamaz. fakat kadınların bu konuya erkekler gibi rahat bakmadıklarını tartışmamıza bile gerek yok. bir kadın tecavüze uğramış başka bir kadına 'doğuracaksın' demeyecektir. ne demek olduğunu anlamaz, başına gelmeden anlamazsın çünkü hiçbir şeyi, ama anlamaya çalışır. devlet büyüklerimizin olaya nüfus açısından bakıp 'çocuk olursun da nasıl olursa olsun, biz de bakarız anne istemezse' demeleri gayet mide bulandırıcı ve utanç vericidir. kadının kutsallığından ve ona duyulan saygıdan bahsedenlerin çıkıp da iğrenç ağızlarıyla saçma sapan görüşlerini bildirmeleri eminim birçok insanı rahatsız etti.
siz önce tecavüzcüye gereğini yapın, tecavüze uğrayan kişiye bir tokat da siz atıp 'sesin çıkmamış, demek ki senin rızan da varmış' demeyin, o kişiye orospuymuş gözüyle bakmayıp 'namussuzluğu'nu canıyla ödemesi gerekiği düşüncesinden vazgeçirin insanları, sonra o kadının psikolojik destek alması için elinizden geleni yapıp ona güzel bir gelecek sunun. ve ondan sonra da susun. kiminle evleneceğine, kiminle ne yapacağına, nerede nasıl doğuracağına karışmayın. çünkü bu sizi hiç mi hiç ilgilendirmez. çünkü bu sizin göreviniz değil.
not: bundan sonraki tecavüzlerin sebebi - bana göre - devlettir. kusura bakmayın.
herkese iyi geceler. ne kadar iyi olabilirse artık.
her şey Recep Tayyip Erdoğan'ın sezaryene karşı olan bir başbakan olduğunu açıklaması ve 'her kürtaj bir Uludere'dir, cinayettir' sözleriyle başladı. hayır yani kaç kez doğum yaptı bu insan? kaç hamilelik geçti başından?
Erdoğan'dan sonra ipin ucu da işin tadı da kaçtı. kürtaj yasası gündeme gelince 'peki ya tecavüze uğrayan kadınlar ne yapacaklar' sorusuna sevgili sağlık bakanı Recep Akdağ 'gerekirse devlet bakar' şeklinde cevap verdi. İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Üstün bey de 'tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı' sözleriyle en 'ağzı düzgün' insanı bile küfrettirdi.
kadınları ilgilendiren bir konunun sadece erkekler tarafından ele alınması, okuma yazma bilmeyen bir insanın kitap tavsiyesinde bulunması kadar saçma. çok saçma. görüş bildirmek, sesini duyurmak için sokaklara dökülen kadınların biber gazı ve cop saldırısıyla karşılanmaları da bir Türkiye klasiği. rezillik. böyle bir konunun sırf nüfusu genç tutmak ve arttırmak için çok basitmiş gibi iki üç kendini bilmez tarafından gündeme taşınması büyük saygısızlıktır. hem kendi anne ve eşlerine, tabii ki kizlarına, ve etraflarındaki tüm kadınlara. bir kadının tecavüze uğramasının ne demek olduğunu o kişi dışında kimse bilemez, anlayamaz. fakat kadınların bu konuya erkekler gibi rahat bakmadıklarını tartışmamıza bile gerek yok. bir kadın tecavüze uğramış başka bir kadına 'doğuracaksın' demeyecektir. ne demek olduğunu anlamaz, başına gelmeden anlamazsın çünkü hiçbir şeyi, ama anlamaya çalışır. devlet büyüklerimizin olaya nüfus açısından bakıp 'çocuk olursun da nasıl olursa olsun, biz de bakarız anne istemezse' demeleri gayet mide bulandırıcı ve utanç vericidir. kadının kutsallığından ve ona duyulan saygıdan bahsedenlerin çıkıp da iğrenç ağızlarıyla saçma sapan görüşlerini bildirmeleri eminim birçok insanı rahatsız etti.
siz önce tecavüzcüye gereğini yapın, tecavüze uğrayan kişiye bir tokat da siz atıp 'sesin çıkmamış, demek ki senin rızan da varmış' demeyin, o kişiye orospuymuş gözüyle bakmayıp 'namussuzluğu'nu canıyla ödemesi gerekiği düşüncesinden vazgeçirin insanları, sonra o kadının psikolojik destek alması için elinizden geleni yapıp ona güzel bir gelecek sunun. ve ondan sonra da susun. kiminle evleneceğine, kiminle ne yapacağına, nerede nasıl doğuracağına karışmayın. çünkü bu sizi hiç mi hiç ilgilendirmez. çünkü bu sizin göreviniz değil.
not: bundan sonraki tecavüzlerin sebebi - bana göre - devlettir. kusura bakmayın.
herkese iyi geceler. ne kadar iyi olabilirse artık.
26 Mayıs 2012 Cumartesi
Ankaralı kızlar eklesin :))9))))9
ŞAKA.
Behzat Ç.'nin bende yeri her zaman ayrı oldu. Üniversite tercihlerimi yaparken bile Ankara'yı hayal etmeme sebep olmuştu. Zaman geçti ve hayallerimde büyüttüğüm şehre geldim. Tesadüf eseri Erdal Beşikçioğlu ve Fatih Artman'la aynı ortamda bulundum. Tiyatroya duyduğum sevgi nedeniyle, bu insanlar gözümde büyüdüler, büyüdüler. Bu insanlar güzel insanlardı. Bu insanlar birer dost ve sanatçılardı. Sonrasında Emrah Serbes... Yazınına hayran olduğum ve ben yazmaya çalışırken yeteneğini görüşümle beni yerin dibine sokan adam! Çok güzel bir kadro. Çok güzel bir ekip. Çok güzel bir senaryo ve o müzikler...
Emrah Serbes, Hacettepe'deki söyleşide şunu anlatmıştı: "Dizi için İstanbul'a gittiğimizde Taksim'deki dönercilerden birine girdim. Adam bir yandan döner kesip bir yandan Behzat Ç. izliyordu. Bana döndü ve dedi ki:
Ulan ne adam, alttan alttan içkiyi götürüyor." Behzat, bizim olmak istediğimiz adam. Vicdanlı, bazen acımasız, aşık, dibe vurmuş bir adamın hikayesi. Kısacası ben, televizyondan nefret ederken pazar günlerini merakla bekler oldum. Behzat Ç'den niçin bahsettim peki? Çünkü yayından kaldırılma ihtimali var. Beklediğimiz bi durumdu aslına bakarsanız. Ancak komik olan bir şey var: Açıklaması. 3 tane şikayet gelmiş de. Muhteşem Yüzyıl'a verip veriştiren tarihçiler sorun değil, öncelikle polisimiz karalanmamalı. Namusumuzu diziler kontrol altında tutmalı. Evet. "Ben de bu durumu kaldıramıyorum la!" diyorsanız, moradiography ile birlikte sizi de imza atmaya bekliyoruz. http://imza.la/behzatcyedokunma
30 Nisan 2012 Pazartesi
Avrupa'da yaşamanın güzel yanları vol. 1
Milano'ya gittim. ÇOK GÜZELDİ.
'yabancı yerli'ler ve turistler yüzünden pek italyan göremedik. hatta sırf bu yüzden pek yabancılık da çekmedik. çünkü etraf almanca, ingilizce, çince, japonca, fransızca konuşan insanlarla doluydu. çünkü 'hepimiz turisttik!'. tamam tamam abartmıyorum.
bileklik ve kitap satan siyahi arkadaşlar mı (siyahi dememde sakınca yok değil mi?) dersiniz - ki resmen zorla satıyorlar; otobüsten iner inmez ilk kazığımızı yedik - greenpeace'ci gençler mi (8 saat aynı yerde durulur mu lan) istersiniz, ne ararsanız var işte. Milano'da 10 15 dakika geçirdikten sonra 'elinde kağıt kalem olan'lardan kaçmaya, siyahi arkadaşlara - kazıklanarak ve ZORLA aldığım - sol kolumdaki bilekliği 'kanıt olarak' göstermeye, greenpeace'cileri dinlemeden (ne yapayım yahu zamanım kısıtlı zaten, başka zaman başka bir yerde..) koşar adımlarla yanlarından uzaklaşmaya başladım. daha doğrusu başladık. babam yanına italyanca konuşarak gelenlere almanca 'anlamıyorum' diye karşılık verdi. fakat Milano'da - nasıl bir eğitim seviyesi bu arkadaş - konuştuğunuz her dile 'çat pat' cevap verebilecek insanlar var. 'aa almanya'dan geliyorsunuz demek?' sorusunun üzerine babam 'daha fazla konuşmayayım en iyisi' bakışı atıp olay yerinden uzaklaştı.
konuştuğunuz her dile çat pat da olsa cevap verenler bir yana, bir de kendini hiç bozmayan, ingilizce de konuşsanız sohbete italyanca devam edenler var. hoş bir tecbrübeydi.
İtalyan erkekler çok yakışıklı..hatlar karıştı. kadınlardan daha güzel giyiniyorlar resmen. ağzım açık izledim. kıyafetleri. çok fesatsınız!
İtalya'ya gidip de oranın mutfağını tatmamak olmaz tabi. fakat benim - daha yola çıkmadan - bir hedefim vardı. orada da dönerci bulacaktım! yoksa içim rahat etmezdi. biraz uğraştırdı açıkçası. hatta bir an umutlar tükendi, 'burada yalnızız..Türk bulamayacağız..' dedik. bunu dedikten birkaç dakika sonra da ilk 'kebapçı'mızı bulduk. sonra ikinci, üçüncü ve dördüncü kebapçıyı da bulduk. fakat o gün döner yemeyecektik. kendimize hakim olduk. yemedik. kebapçı arayışından sonra 'ee Türk yok mu burada hiç nasıl iş bu ya' arayışına girdik. birileriyle sohbet etmeliydik. pizza yemek için girdiğimiz bir restorantta, hemen sağımızdaki masada 'Türkiye Türk'ü vardı. bu kadarını beklemiyorduk. Avrupalı Türkler de yeterdi bize. fakat o gün şanslıydık. konuşmasından ve tipinden İstanbul'lu olduğu anlaşılıyordu. öyleydi işte arkadaşım, bozma şimdi.
Fransa'da yaşayan Türk bir aileyle ayaküstü sohbet ettikten sonra o günkü 'Türk kotamız'ı doldurmuştuk. amacımıza ulaşmış, içimizi rahatlatmıştık. ne diyorum ben ya?
'yabancı yerli'ler ve turistler yüzünden pek italyan göremedik. hatta sırf bu yüzden pek yabancılık da çekmedik. çünkü etraf almanca, ingilizce, çince, japonca, fransızca konuşan insanlarla doluydu. çünkü 'hepimiz turisttik!'. tamam tamam abartmıyorum.
bileklik ve kitap satan siyahi arkadaşlar mı (siyahi dememde sakınca yok değil mi?) dersiniz - ki resmen zorla satıyorlar; otobüsten iner inmez ilk kazığımızı yedik - greenpeace'ci gençler mi (8 saat aynı yerde durulur mu lan) istersiniz, ne ararsanız var işte. Milano'da 10 15 dakika geçirdikten sonra 'elinde kağıt kalem olan'lardan kaçmaya, siyahi arkadaşlara - kazıklanarak ve ZORLA aldığım - sol kolumdaki bilekliği 'kanıt olarak' göstermeye, greenpeace'cileri dinlemeden (ne yapayım yahu zamanım kısıtlı zaten, başka zaman başka bir yerde..) koşar adımlarla yanlarından uzaklaşmaya başladım. daha doğrusu başladık. babam yanına italyanca konuşarak gelenlere almanca 'anlamıyorum' diye karşılık verdi. fakat Milano'da - nasıl bir eğitim seviyesi bu arkadaş - konuştuğunuz her dile 'çat pat' cevap verebilecek insanlar var. 'aa almanya'dan geliyorsunuz demek?' sorusunun üzerine babam 'daha fazla konuşmayayım en iyisi' bakışı atıp olay yerinden uzaklaştı.
konuştuğunuz her dile çat pat da olsa cevap verenler bir yana, bir de kendini hiç bozmayan, ingilizce de konuşsanız sohbete italyanca devam edenler var. hoş bir tecbrübeydi.
İtalyan erkekler çok yakışıklı..hatlar karıştı. kadınlardan daha güzel giyiniyorlar resmen. ağzım açık izledim. kıyafetleri. çok fesatsınız!
İtalya'ya gidip de oranın mutfağını tatmamak olmaz tabi. fakat benim - daha yola çıkmadan - bir hedefim vardı. orada da dönerci bulacaktım! yoksa içim rahat etmezdi. biraz uğraştırdı açıkçası. hatta bir an umutlar tükendi, 'burada yalnızız..Türk bulamayacağız..' dedik. bunu dedikten birkaç dakika sonra da ilk 'kebapçı'mızı bulduk. sonra ikinci, üçüncü ve dördüncü kebapçıyı da bulduk. fakat o gün döner yemeyecektik. kendimize hakim olduk. yemedik. kebapçı arayışından sonra 'ee Türk yok mu burada hiç nasıl iş bu ya' arayışına girdik. birileriyle sohbet etmeliydik. pizza yemek için girdiğimiz bir restorantta, hemen sağımızdaki masada 'Türkiye Türk'ü vardı. bu kadarını beklemiyorduk. Avrupalı Türkler de yeterdi bize. fakat o gün şanslıydık. konuşmasından ve tipinden İstanbul'lu olduğu anlaşılıyordu. öyleydi işte arkadaşım, bozma şimdi.
Fransa'da yaşayan Türk bir aileyle ayaküstü sohbet ettikten sonra o günkü 'Türk kotamız'ı doldurmuştuk. amacımıza ulaşmış, içimizi rahatlatmıştık. ne diyorum ben ya?
Castello Sforzesco adlı şato, Milano'nun kesinlikle büyüleyici kilisesi, Galleria Vittorio Emanuele II adlı 'kapalı çarşı', La Scala opera binası ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü mimari yapı. büyüklüğü karşısında 'Avusturya kadar yahu burası' diye şaşırdığım Sempione parkı (Castello Sforzesco'ya ait) hayatımda bulunduğum en huzurlu yerlerden biriydi. valla ağlamak üzereyim.
pazarı da unutmamalı! zeytininden cevizine, balığından kilo kilo çileğine, ayakkabısından nevresimine şimdiye kadar gördüğüm pazarları en az on bine katlayan 'cumartesi pazar'ı da pek bir güzeldi.
şimdiye kadar Milano kadar temiz bir şehir görmediğimi de belirtmek isterim. ya da ben yanlış yerlerde dolaştım. sokağa çöp atmıyor adamlar! çok ilginç. trafiği de epey sakindi. şoförler pek bir kibar. fakat adım başı polis var. ne ayak?
her neyse. Milano'yu da 'özleyeceğim şehirler' arasına kattım.
TEKRAR GİDECEĞİM.
28 Nisan 2012 Cumartesi
bugünüm de aydınlık
Uzun zamandır araziyim ben de ama altta ki vatandaş gibi bir yerlere taşınmadım.
Kafamı taşıdım. Kafamda çok fazla çöp vardı önce onları boşalttım sonra farklı bir bölüm aydınlatıp orda oturmaya karar verdim.
Yaş günümden sonra o kadar radikalci davranmaya çalıştım ki. Aslında öncesinde hep düşünüp cesaret edemediğim şeyler vardı.Hee intihar etçektim de olmadı yahu... Şakaydı, kişisel durumlardan söz ediyorum. Tabii bunların alayını insanlar ve davranışları oluşturuyor. Ben naptım biliyor musun? Çokta farklı bir durum değil siktir ettim her şeyi. İnternet adreslerimi değiştirmem bunun bir parçasıydı,belki de rahatlamak. Hoş ben kafamı değiştirdim bir ay boyunca o kadar yenilikçi ve pozitifim ki.Bunu bağrına bağrına söylebilirim. Aydınlandım sanki belki de Tanrı el uzattı ne dersin. Evet sınavım kötü geçti ama mutsuz etmiyor. Beni bir aydır hiçbir bok mutsuz etmiyor!
Eminim fesat olan hayat ilerde atağa geçecektir ama şimdilik idare ediyorum. Yeni yeni müzikler dinliyor ve sürekli kendimle baş başa oturup kahvemi yudumluyorum. Evet uzun zaman alsa da çareyi kendinizde buluyorsunuz. Benim de çözümlenemeyecek problemlerim var tabii ki ama isyan edeceğime onları bağrıma bastım küçük tatsız pıtırcıklarım. Güncel hayata ise kendimi kapattım üç maymunu oynuyorum daha çok, yani şimdilik böyle.
Her neyse kendimi ifade etme çabasına girdim yine ama yazmak istiyorum o kadar hızlı yazıyorum ki ellerim ağrıdı. Şimdilik bu kadar sevgiyle kalın, beyninizi boşaltmanız dileğimle.
Kafamı taşıdım. Kafamda çok fazla çöp vardı önce onları boşalttım sonra farklı bir bölüm aydınlatıp orda oturmaya karar verdim.
Yaş günümden sonra o kadar radikalci davranmaya çalıştım ki. Aslında öncesinde hep düşünüp cesaret edemediğim şeyler vardı.Hee intihar etçektim de olmadı yahu... Şakaydı, kişisel durumlardan söz ediyorum. Tabii bunların alayını insanlar ve davranışları oluşturuyor. Ben naptım biliyor musun? Çokta farklı bir durum değil siktir ettim her şeyi. İnternet adreslerimi değiştirmem bunun bir parçasıydı,belki de rahatlamak. Hoş ben kafamı değiştirdim bir ay boyunca o kadar yenilikçi ve pozitifim ki.Bunu bağrına bağrına söylebilirim. Aydınlandım sanki belki de Tanrı el uzattı ne dersin. Evet sınavım kötü geçti ama mutsuz etmiyor. Beni bir aydır hiçbir bok mutsuz etmiyor!
Eminim fesat olan hayat ilerde atağa geçecektir ama şimdilik idare ediyorum. Yeni yeni müzikler dinliyor ve sürekli kendimle baş başa oturup kahvemi yudumluyorum. Evet uzun zaman alsa da çareyi kendinizde buluyorsunuz. Benim de çözümlenemeyecek problemlerim var tabii ki ama isyan edeceğime onları bağrıma bastım küçük tatsız pıtırcıklarım. Güncel hayata ise kendimi kapattım üç maymunu oynuyorum daha çok, yani şimdilik böyle.
Her neyse kendimi ifade etme çabasına girdim yine ama yazmak istiyorum o kadar hızlı yazıyorum ki ellerim ağrıdı. Şimdilik bu kadar sevgiyle kalın, beyninizi boşaltmanız dileğimle.
26 Nisan 2012 Perşembe
Kafa nereye?
Benden iyi benden uzak bir ben bulamam.
Kardeşlerim, upuzun zaman oldu ve beni özlediniz. Burada
havalar berbat. Manchester’dan bildiyorum. Bi sıcak bi soğuk sıtkımız sıyrıldı
ayol.
Son zamanlarda geçirdiğim psikolojik kaçışlardan dolayı
bavulumu toplayıp terk ediverdim oraları.Kafa rahat vol..2
Hayali güzel ama değil mi? Ama ama nerede olmak isterdim
şimdi bilmiyorum. Mutsuz değilim,keyfim yerinde. Hayat 1005 tane dönüm
noktamdan oluşuyor, ben 3 tanesini yaşadım. Önümde belki de kısacık bi ömür var
ama ben yine de anı yaşamamak için çırpınıyorum. Anı yaşamak
sorumsuzca,saygısızca ve son zamanlarda bana göre anlamsızca. Plan proğraamınızı
yapın adam gibi yaşayın lan! Öperim.
NOT: Reklamlarımızı umursamayanların ağzıyla poposu yer değiştirsin.amin.
14 Nisan 2012 Cumartesi
üzgünüm, eskisi gibi değil lunapark.
insanları sevmediğim bir dönemimdeyim. yine. bir kez daha. kimse samimi değil. sahte. hem de fazlasıyla. insanoğlunun en samimi - hatta belki de tek samimi - olduğu dönemi çocukluğu sanırım. belki bir de yaşlılık, bilmiyorum. istisnalar da vardır elbet. hayatının her ya da çoğu döneminde 'iyi' olan insanlar yani. ama çok azlar. o kadar azlar ki sanki hiçbir şey ifade etmiyorlar. görünmezler.
insanların değişmesi normal bir şey. 'kötüye yönelik' olmadığı sürece de tabii ki güzel bir şey. 'aynı tas aynı hamam' olmaktan çıkmalı sonuçta. farklı düşünmeye, farklı yollardan gitmeye, farklı yaşamaya çalışmalı. denemeli en azından. ama değişirken bile samimi değil insan. hiçbir yaptğında, hiçbir söylediğinde..insanın olduğu yerde samimiyet yok sanki. yiyip bitirmişiz. tükenmiş.
sevmesini bile bilmiyor. gerçekten sevdiği biri varsa eğer, o da kendisi. zaten kendini sevdiği için başkalarıyla vakit geçiriyor. bugün sevdiğiyle yarın seveceği aynı olmuyor. her gün farklı biriyle sevişebiliyor. farklı farklı kişileri öpüp aynı şeyleri - aşkı - hissettiğini söyleyebiliyor. çok çabuk bağlanıp daha da çabuk uzaklaşıyor. işine gelmeyen bir şey olduğunda sıkılıyor. hep mutlu olmak istiyor. ama hep. fakat mutlu olmanın yolu bir türlü mutlu olmaya çalışmaktan, başkasını mutlu edip de mutlu olmaktan geçmiyor. mutlu edilmek istiyor. çünkü insan, hep istiyor.
anne, baba, kardeş, abi, abla, amca, teyze, eş, sevgili, arkadaş, dost ya da artık 'her kimse'; sıfatın, aradaki bağın bir önemi yok. sonuçta hepsi insan. ve insandan her bok beklenir.
ben artık bizi sevemiyorum.
ama iki gün sonra güzel bir insan yüzünden 'kendimize tapmayacağımızın' garantisini veremem.
ben de insanım.
insanların değişmesi normal bir şey. 'kötüye yönelik' olmadığı sürece de tabii ki güzel bir şey. 'aynı tas aynı hamam' olmaktan çıkmalı sonuçta. farklı düşünmeye, farklı yollardan gitmeye, farklı yaşamaya çalışmalı. denemeli en azından. ama değişirken bile samimi değil insan. hiçbir yaptğında, hiçbir söylediğinde..insanın olduğu yerde samimiyet yok sanki. yiyip bitirmişiz. tükenmiş.
sevmesini bile bilmiyor. gerçekten sevdiği biri varsa eğer, o da kendisi. zaten kendini sevdiği için başkalarıyla vakit geçiriyor. bugün sevdiğiyle yarın seveceği aynı olmuyor. her gün farklı biriyle sevişebiliyor. farklı farklı kişileri öpüp aynı şeyleri - aşkı - hissettiğini söyleyebiliyor. çok çabuk bağlanıp daha da çabuk uzaklaşıyor. işine gelmeyen bir şey olduğunda sıkılıyor. hep mutlu olmak istiyor. ama hep. fakat mutlu olmanın yolu bir türlü mutlu olmaya çalışmaktan, başkasını mutlu edip de mutlu olmaktan geçmiyor. mutlu edilmek istiyor. çünkü insan, hep istiyor.
anne, baba, kardeş, abi, abla, amca, teyze, eş, sevgili, arkadaş, dost ya da artık 'her kimse'; sıfatın, aradaki bağın bir önemi yok. sonuçta hepsi insan. ve insandan her bok beklenir.
ben artık bizi sevemiyorum.
ama iki gün sonra güzel bir insan yüzünden 'kendimize tapmayacağımızın' garantisini veremem.
ben de insanım.
31 Mart 2012 Cumartesi
28 Şubat 2012 Salı
tinkır teilır
Uzun zamandır sinemaya gitmiyordum.Sinemada izlerken de aynı evdeymiş gibiydim çünkü salon bomboştu la! Ama iyi oldu, çok güzel oldu.
Bu afişi koymamın nedeni bir nevi spoiler içermesi, yoksa film yorumu falan pek bana göre değil ama beğendik ki koyuyorum yani. Kadroya aldanıp gitmekte yarar var.
25 Şubat 2012 Cumartesi
love me back turkey
Ne erovisionmus, kaybettmis kadar olduk yorumlara bakilirsa. cocuk sarkisi, yok anneannem temizlik yaparken daha iyi söyler, ben bile daha iyiyim gibi yorumlar gördükce kafami klozete sokasim geliyor. Vote for Bonomo gibi birsey de demek istemiyorum tabiiki. Ama bana göre söyle bir gercek varki: müzigi olsun, sözleri olsun can bonomonun kendisi olsun oldukca sammimi olmus bu sarki. Ama tabi, Can Bonomonun "Yahudi" olmasi ve diger ayrintilar asil konudan daha önemli.
Türk milleti olarak neyin kafasini yasiyoruz?
Türk milleti olarak neyin kafasini yasiyoruz?
13 Şubat 2012 Pazartesi
göndergesel işlev
Sevgi,genelde araya gurur ve aptallık girince halt etmiş oluyor.yani ne kadar seversen sev bir insanı ama.aması yok. Seni seviyorum evet ama olmuyor sadece aklımda seviyorum seni. Sanırım böylesi daha iyi. Seni kaybetmek -zaten kazanmadım neyini kaybedeceğim- beni üzmüyor. Beni üzen bir şey varsa o benim.
Bu yazdığım sevgiliye falan değil. Hayatımdan silinenlere,ama kafamdan silemediğimlere..
Bu yazdığım sevgiliye falan değil. Hayatımdan silinenlere,ama kafamdan silemediğimlere..
5 Şubat 2012 Pazar
allahcc.
Serdar Tuncer tarafından mahkemeye verilen allahcc ve takipçileri(!) neye uğradıklarını şaşırdı.
hayır, bu bir zaytung haberi değil. ülkede o kadar absürt olaylar oluyor ki, aslında zaytung'a gülmek için bir nedenimiz de yok bence (bzk: türk insanının yüzü bir türlü gülmüyor. türk insanının kaderi neden böyle? türkleri nasıl güldürebiliriz? ne mutluuu türküm..hatlar karıştı yine!).
sayın Tuncer dilekçesinde 'suç' olarak 'Dini değerlere hakaret ve aşağılama, insanları kin ve düşmanlığa tahrik'ten bahsetmiş.
şahsen ben, twitter'a ne zaman üye olduğumu hatırlamıyorum fakat ilk takip etmeye başladıklarımın başında geliyor 'allahcc'. takip ettiğim süre boyunca da 'dini değerlere hakaret ve aşağılama, insanları kin ve düşmanlığa tahrik'e yol açabilecek bir şeye rastlamadım (ya da içim fesat değil. kimseyle düşman olmak istemiyor, kin tutmuyor, dinlere ve inançlı insanlara VE tabii ki 'inançsız' insanlara saygı duyuyorum. o yüzden de takip etmekte hiçbir sakınca görmüyorum). takip ettiğim profilleri güncelleyip duran bir kullanıcı olarak, bilmem kaç hafta takip ettikten sonra 'unfollow' ettim bu hesabı. ta ki dün Tuncer'in, allahcc'yi mahkemeye vereceğini öğrenene dek. evet, bu artık 'benim de davam' idi.
ya o değil de. şu an böyle bir şey hakkında ciddi ciddi 'yazıyorum' (yazmaya çalışıyorum?) ya, çok komik geliyor bu bana!
kardeşim, bizim memleketin başka derdi yok mu? neden bu kadar zorumuza gidiyor 'internet'te yazılıp çizilenler? neden hep ekşi sözlüğün kapatılması, sözlüklerde 'entry' giren insanların okuldan uzaklaştırılması, hakkında dava açılması, twitter profillerinin mahkemeye verilmesi hakkında konuşuyoruz biz? neden bu kadar 'naif' davranıyoruz bu konularda? 'dışarı'da hayat bu kadar zorken, insanlar konuşmadan 762328 kez düşünmek zorunda bırakılırken, her an 'içeri girer miyim acaba' korkusuyla yaşamaya çalışırken, kendilerini birazcık özgür hissettikleri internette neden dar ediyor millet bu 'alan'ı bu kadar?
allahcc profilinin sahibi kimdir nedir bilmiyorum. hesabı alırken aklından neler geçti, onu da hiç bilmiyorum. fakat bildiğime emin olduğum tek şey var, o da hesabı alırken kesinlikle 'bir gün' bu sebepten dolayı mahkemelik olacağını düşünmemiş olmasıdır. gerçi söz konusu Türkiye olduğunda ondan da o kadar emin olamıyor insan ama..
sırf merakımdan ve tabii 'protesto' ettiğimden aylar sonra tekrar allahcc'yi takip etmeye başladım. takip ettiğim insanlarla aynı görüşe sahip olmam gerekmiyor, yazdıkları her şeye katılmam gerekmiyor, hatta tamamen zıt görüşlere de sahip olabiliriz, benim için bir sakıncası yok. ama bazı insanlar bunu yapamadıklarından, diğerlerinin de kendileri gibi olduklarını sanıyorlar. allahcc'yi takip eden insanların diğer takip ettikleri profil sahiplerinin dini inançları hakkında pek bilgi sahibi olduklarını sanmıyorum. zaten buna gerek de yok. demek istediğim, ben şimdi allahcc'yi takip ederken, diğer yandan da 'inançlı' ama bunu kendi içinde yaşayan, 'inançlı' ama bunu herkesin gözüne gözüne sokan, 'inançlı' ama kendi dininden başka bir dini kabul etmeyen birilerini de takip ediyor olabilirim. ediyorumdur da elbet. takip ettiklerim arasında 'ateist', 'agnostik', 'deist' vs. insanlar da vardır. hristiyan, musevi, budist vs. insanlar da vardır. ve bu beni hiçbir şekilde ilgilendirmez. arkadaşlarımı dini inanç ve din hakkındaki düşüncelerine göre seçmiyorum ben. çok sevdiğim bir arkadaşım 'ben tanrının varlığına inanıyorum' ya da 'inanmıyorum' dediğinde sesimi yükseltip 'ne saçmalıyorsun' demiyorum, sırf bu yüzden ilişkimi kesmiyorum. sırf allahcc'yi takip ediyor diye de kimseye 'dini aşağılıyorsun, insanları birbirine düşürüyorsun' diyemezsiniz.
70 milyonluk 'herkesin müslüman olmadığı' Türkiye'de, her müslüman olanın da SİZİN KADAR ya da 'sizin gibi' müslüman olmadığından ben de eminim. fakat ortada hiçbir şey yokken, sırf 'bir şey yapmış olmak için' bir şey yapmayın lütfen. 'din elden gidecek' korkunuzu bir türlü anlayamıyorum. sizin 'elinizde', daha doğrusu 'içinizde' olan bir şey neden gitsin ki? hadi şimdi birbirimizi rahat bırakalım, aynı görüşü paylaşmadığımız insanlara saygı duyalım, ve onları tanımadan 'bu insan müslüman olamaz!!!' demeyelim.
haydarpaşa garı 'otel' olacak diyorlar. içeride bir sürü gazeteci ve öğrenci yatıyor. hayvanlar tecavüze uğrayıp öldürülüyor. gündem fena. hadi biraz ciddiyet!
hayır, bu bir zaytung haberi değil. ülkede o kadar absürt olaylar oluyor ki, aslında zaytung'a gülmek için bir nedenimiz de yok bence (bzk: türk insanının yüzü bir türlü gülmüyor. türk insanının kaderi neden böyle? türkleri nasıl güldürebiliriz? ne mutluuu türküm..hatlar karıştı yine!).
sayın Tuncer dilekçesinde 'suç' olarak 'Dini değerlere hakaret ve aşağılama, insanları kin ve düşmanlığa tahrik'ten bahsetmiş.
şahsen ben, twitter'a ne zaman üye olduğumu hatırlamıyorum fakat ilk takip etmeye başladıklarımın başında geliyor 'allahcc'. takip ettiğim süre boyunca da 'dini değerlere hakaret ve aşağılama, insanları kin ve düşmanlığa tahrik'e yol açabilecek bir şeye rastlamadım (ya da içim fesat değil. kimseyle düşman olmak istemiyor, kin tutmuyor, dinlere ve inançlı insanlara VE tabii ki 'inançsız' insanlara saygı duyuyorum. o yüzden de takip etmekte hiçbir sakınca görmüyorum). takip ettiğim profilleri güncelleyip duran bir kullanıcı olarak, bilmem kaç hafta takip ettikten sonra 'unfollow' ettim bu hesabı. ta ki dün Tuncer'in, allahcc'yi mahkemeye vereceğini öğrenene dek. evet, bu artık 'benim de davam' idi.
ya o değil de. şu an böyle bir şey hakkında ciddi ciddi 'yazıyorum' (yazmaya çalışıyorum?) ya, çok komik geliyor bu bana!
kardeşim, bizim memleketin başka derdi yok mu? neden bu kadar zorumuza gidiyor 'internet'te yazılıp çizilenler? neden hep ekşi sözlüğün kapatılması, sözlüklerde 'entry' giren insanların okuldan uzaklaştırılması, hakkında dava açılması, twitter profillerinin mahkemeye verilmesi hakkında konuşuyoruz biz? neden bu kadar 'naif' davranıyoruz bu konularda? 'dışarı'da hayat bu kadar zorken, insanlar konuşmadan 762328 kez düşünmek zorunda bırakılırken, her an 'içeri girer miyim acaba' korkusuyla yaşamaya çalışırken, kendilerini birazcık özgür hissettikleri internette neden dar ediyor millet bu 'alan'ı bu kadar?
allahcc profilinin sahibi kimdir nedir bilmiyorum. hesabı alırken aklından neler geçti, onu da hiç bilmiyorum. fakat bildiğime emin olduğum tek şey var, o da hesabı alırken kesinlikle 'bir gün' bu sebepten dolayı mahkemelik olacağını düşünmemiş olmasıdır. gerçi söz konusu Türkiye olduğunda ondan da o kadar emin olamıyor insan ama..
sırf merakımdan ve tabii 'protesto' ettiğimden aylar sonra tekrar allahcc'yi takip etmeye başladım. takip ettiğim insanlarla aynı görüşe sahip olmam gerekmiyor, yazdıkları her şeye katılmam gerekmiyor, hatta tamamen zıt görüşlere de sahip olabiliriz, benim için bir sakıncası yok. ama bazı insanlar bunu yapamadıklarından, diğerlerinin de kendileri gibi olduklarını sanıyorlar. allahcc'yi takip eden insanların diğer takip ettikleri profil sahiplerinin dini inançları hakkında pek bilgi sahibi olduklarını sanmıyorum. zaten buna gerek de yok. demek istediğim, ben şimdi allahcc'yi takip ederken, diğer yandan da 'inançlı' ama bunu kendi içinde yaşayan, 'inançlı' ama bunu herkesin gözüne gözüne sokan, 'inançlı' ama kendi dininden başka bir dini kabul etmeyen birilerini de takip ediyor olabilirim. ediyorumdur da elbet. takip ettiklerim arasında 'ateist', 'agnostik', 'deist' vs. insanlar da vardır. hristiyan, musevi, budist vs. insanlar da vardır. ve bu beni hiçbir şekilde ilgilendirmez. arkadaşlarımı dini inanç ve din hakkındaki düşüncelerine göre seçmiyorum ben. çok sevdiğim bir arkadaşım 'ben tanrının varlığına inanıyorum' ya da 'inanmıyorum' dediğinde sesimi yükseltip 'ne saçmalıyorsun' demiyorum, sırf bu yüzden ilişkimi kesmiyorum. sırf allahcc'yi takip ediyor diye de kimseye 'dini aşağılıyorsun, insanları birbirine düşürüyorsun' diyemezsiniz.
70 milyonluk 'herkesin müslüman olmadığı' Türkiye'de, her müslüman olanın da SİZİN KADAR ya da 'sizin gibi' müslüman olmadığından ben de eminim. fakat ortada hiçbir şey yokken, sırf 'bir şey yapmış olmak için' bir şey yapmayın lütfen. 'din elden gidecek' korkunuzu bir türlü anlayamıyorum. sizin 'elinizde', daha doğrusu 'içinizde' olan bir şey neden gitsin ki? hadi şimdi birbirimizi rahat bırakalım, aynı görüşü paylaşmadığımız insanlara saygı duyalım, ve onları tanımadan 'bu insan müslüman olamaz!!!' demeyelim.
haydarpaşa garı 'otel' olacak diyorlar. içeride bir sürü gazeteci ve öğrenci yatıyor. hayvanlar tecavüze uğrayıp öldürülüyor. gündem fena. hadi biraz ciddiyet!
Etiketler:
allahcc,
neyin kafası bu arkadaş,
serdar tuncer,
twitter
31 Ocak 2012 Salı
bANDİSTA.
...sonra tüm dinden, ırktan, dilden insanlar birbirini anlamaya başlıyor. gerçekten. çocuklar gülümsüyor. diktatörler kendilerinden utanıyor.
yeni albümleri "armağanları" oldu bizlere. kolektif olarak çoğaltınız/dinleyiniz/paylaşınız.
Selam size Nikola ve Bart
Özgürlüğe inananlar
Her gün doğan güneşle biz
Sizle yola düşeriz
Özgürlüğe inananlar
Her gün doğan güneşle biz
Sizle yola düşeriz
Siyah bulut çökecek, şafak ahmer; parlak soylu kentler düşecek, tat vermez olacak kan revan ve katmer katmer çözülecek âlem-i makber. Rençberler, işçiler, gettolar ve tam yerinde serseriler, zibidiler, mülksüzler alem elinde yürür sokaklarında, sökük kaldırım taşları, alt üst olmuş sıfatını tanımlar telaşları. Genç yaşları, külleri savuran anka kuşları, efendilerin artık ödenmeyecek bâcları, kanat çırpışları imler başlangıçları, göğe yükselmeseler de dikenlidir taçları!
unutmadan: sol yanımdasınız.
26 Ocak 2012 Perşembe
şimdi bir şeyler yazmak isteyip becerememekten korkuyorum. ama dökmem lazım. hem de o yazı aklıma gelince deli gibi oluyorum, çünkü kimse bundan utanmamalı ve kimse o kişiyi utandırmamalı. buna hakları yok ki zaten.
bende 2008'den beri değişen bi' şey yok. rüyalarda görülmek istenen/görünen aynı. kızın kafası artık karışık değil. hatta o, hiç bu kadar utanmaz olmamıştı. kendi içinde yaşıyor. onunla büyüyor.
demek istediğim: aynı havayı soluyor, aynı gecede aynı yıldıza bakıyor olabiliriz ve bu güzel bir şey.
iyi geceler!
bende 2008'den beri değişen bi' şey yok. rüyalarda görülmek istenen/görünen aynı. kızın kafası artık karışık değil. hatta o, hiç bu kadar utanmaz olmamıştı. kendi içinde yaşıyor. onunla büyüyor.
demek istediğim: aynı havayı soluyor, aynı gecede aynı yıldıza bakıyor olabiliriz ve bu güzel bir şey.
iyi geceler!
24 Ocak 2012 Salı
kaşındıran konular.
ocak ayı kanlı bir ay. soğuk. 8 Ocak 1996'da Metin Göktepe'yi kaybetmiştik. geçenlerde Hrant Dink'in 5. ölüm yıldönümü dolayısıyla Agos'a yürüdük. bugün Uğur Mumcu ve Ali Gaffar Okkan'ı andık. neler oluyor?
bir insanın canına kıymak ne derece meşrulaştırabilir ki? cevap verilemeyen sorular, açılmayan davalar, serbest kalan suçlular, sokakta korkular... Hrant Dink var mesela. sevilmiyor milletimizce. güvercin ürkekliğindeydi. vurdular. hepimizden daha vatanseverdi. Fransa'da, Ermenistan'da rahat rahat yaşayabilecekken bir gün köşe yazısında şunları söyledi:
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların "A bak, bu o Ermeni değil mi?" diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
....
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan'a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün "Artık bitse de dönsem" diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
"Kaynayan cehennemler"i bırakıp, "Hazır cennetler"e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.
....
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
bir gün geldi, Uğur'ladık ürkek güvercinlerimizi... saçma bir milliyetçilik duygusu hakimdi düşüncelerimize. zaten biz değil miydik tecavüze uğrayan kız kardeşlerimizi öldüren? biz değil miyiz etnisite çukuruna insan gömüp herkesi/fikirleri terörist ilan eden? biz değil miydik daha dün kaçakçı şerefsizleri kurşuna dizip milliyetçi nutuklarla pişkinliğimize su veren?
Hrant savaşacağım dediği için öldü. ben savaşmayacağım. korkmakla alakası yok. artık umrumda değil. mutlu olamıyorum. bu duvarlar beni yiyip bitiriyor.
"Dünyanın uzayda ufacık bir nokta olduğunu gördükten sonra, milliyetçiliğin en aşırı çeşitlerinin nasıl hala ayakta durabildiğini anlayabilmek kolay değil." demiş Arthur C. Clarke.
ben de anlayamadım. belki bir gün güneşten kamaşır gözlerimiz.
bir insanın canına kıymak ne derece meşrulaştırabilir ki? cevap verilemeyen sorular, açılmayan davalar, serbest kalan suçlular, sokakta korkular... Hrant Dink var mesela. sevilmiyor milletimizce. güvercin ürkekliğindeydi. vurdular. hepimizden daha vatanseverdi. Fransa'da, Ermenistan'da rahat rahat yaşayabilecekken bir gün köşe yazısında şunları söyledi:
Ne yazık ki artık eskisinden daha fazla tanınıyorum ve insanların "A bak, bu o Ermeni değil mi?" diye bakış fırlattığını daha fazla hissediyorum.
Ve refleks olarak da başlıyorum kendi kendime işkenceye.
Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.
Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik.
Tıpkı bir güvercin gibiyim...
Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım.
Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.
....
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan'a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün "Artık bitse de dönsem" diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
"Kaynayan cehennemler"i bırakıp, "Hazır cennetler"e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı...
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.
....
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
bir gün geldi, Uğur'ladık ürkek güvercinlerimizi... saçma bir milliyetçilik duygusu hakimdi düşüncelerimize. zaten biz değil miydik tecavüze uğrayan kız kardeşlerimizi öldüren? biz değil miyiz etnisite çukuruna insan gömüp herkesi/fikirleri terörist ilan eden? biz değil miydik daha dün kaçakçı şerefsizleri kurşuna dizip milliyetçi nutuklarla pişkinliğimize su veren?
Hrant savaşacağım dediği için öldü. ben savaşmayacağım. korkmakla alakası yok. artık umrumda değil. mutlu olamıyorum. bu duvarlar beni yiyip bitiriyor.
"Dünyanın uzayda ufacık bir nokta olduğunu gördükten sonra, milliyetçiliğin en aşırı çeşitlerinin nasıl hala ayakta durabildiğini anlayabilmek kolay değil." demiş Arthur C. Clarke.
ben de anlayamadım. belki bir gün güneşten kamaşır gözlerimiz.
21 Ocak 2012 Cumartesi
radyo demişkeen
radyomuzu biliyorsunuz. biliyor musunuz? neyse. yayın olduğunda muhakkak haberiniz oluyor zaten. oluyor mu? neyse. facebookta keşfettiğim bir sayfa var, şöyle ki çoğzel. beğeneceğinizi umuyorum. hayırlı işler bol güneşler.
19 Ocak 2012 Perşembe
hepimiz insan mıyız?
iki gündür susuyorum. daha doğrusu susmaya çalışıyorum. ve o kadar çok sustum ki, o kadar çok içimden konuştum ki, artık kendi sesimden, bağırtılarımdan hatta ve hatta küfürlerimden rahatsız olmaya başladım.
'konu ne arkadaş?' diye soruyorsunuz sanırım şu an. konu şu arkadaşlar; bir türlü birbirimizi sevemememiz, insanoğlunun güzelliklerinin farklılıklarında gizli olduğunu göremememiz, reddetmemiz. konu nasyonalizm. konu faşizm. konu demokrasi (o neydi ki?). konu sensin. konu benim. konu zaten 'bizim' konumuz.
17 ocak 2012 tarihinde, Hrant Dink davasının bilmem kaçıncı duruşmasından sonra tek isteğim 'dünyaya rezil olmak' idi. kendimize rezil olmamız, kendimizi rezil etmiş olmamız yetmemişti. tüm dünya bizi konuşmalıydı. bir kez daha. bu kez daha güçlü. daha sert. ben zaten utanıyordum. daha en başından beri. insan olarak, bir Türk olarak utanıyordum. ama aramızda hala utanmayanlar, hatta utandığını söyleyenlere küfredenler vardı/var.
'hepimiz Ermeniyiz' cümlesine o kadar çok takıldı ki bazı insanlar, amacından saptırdılar olayı. yine başka yerlere çektiler. yine o meşhur 'şehitlere bu kadar ağlamadınız'(!) cümlesi duyuldu bir sürü insanın ağzından. saçma sapan ve gereksiz bir sürü kıyaslama yapıldı. ve bütün bunları yapanların anlamadığı bir şey vardı, insan olan herkes ayrım yapmaksızın 'ihtiyacı olan'ın yanında olurdu. insan olan insan için Türk ya da Ermeni, Müslüman ya da Hristiyan fark etmezdi. çünkü insan olan insan, önceliği milliyetine değil 'insan olma'ya verirdi.
ortada 5 yıl önce Türkiye'de sokağın ortasında öldürülmüş bir insan var. daha doğrusu artık ne yazık ki yok. bu insanın Ermeni olması olayın boyutunu değiştirmez. daha önemli ya da daha önemsiz kılmaz. insan olan için böyledir yani bu. ama 5 yıldır bir türlü çözülemeyen(!) bir dava, insanları aptal yerine koyar gibi saçma sapan bir sonuç.
sorun bu ülkede suçluların ellerini kollarını sallaya sallaya sokaklarda gezebilmeleri. sorun devletin bütün pisliklerden haberdar oluşu. hatta pisliklerin başrolünü oynaması. sorun bütün bu pisliklere karşı birlik ve beraberlik içerisinde karşı gelmemiz gerekirken bölünmemiz, parçalanmamız. sorun 'adalet'in, adaletsizin önde gideni oluşu.
Uğur Mumcu. Abdi İpekçi. Metin Göktepe. Hrant Dink. ve benim daha bilmediğim nice insan.
'hepimiz Ermeniyiz' cümlesine bu kadar takılacağınız yerde biraz düşünün. 'hepimiz insan mıyız?' diye. hem 'hepimiz Ermeniyiz' cümlesi, 'şerefli Türk vatandaşları'nın işlediği suçtan daha 'kötü' olamaz değil mi?
Ermeni değilim belki, ama insanı öldüren 'vatandaşlarım'dan(!) olmadığıma da eminim.
'konu ne arkadaş?' diye soruyorsunuz sanırım şu an. konu şu arkadaşlar; bir türlü birbirimizi sevemememiz, insanoğlunun güzelliklerinin farklılıklarında gizli olduğunu göremememiz, reddetmemiz. konu nasyonalizm. konu faşizm. konu demokrasi (o neydi ki?). konu sensin. konu benim. konu zaten 'bizim' konumuz.
17 ocak 2012 tarihinde, Hrant Dink davasının bilmem kaçıncı duruşmasından sonra tek isteğim 'dünyaya rezil olmak' idi. kendimize rezil olmamız, kendimizi rezil etmiş olmamız yetmemişti. tüm dünya bizi konuşmalıydı. bir kez daha. bu kez daha güçlü. daha sert. ben zaten utanıyordum. daha en başından beri. insan olarak, bir Türk olarak utanıyordum. ama aramızda hala utanmayanlar, hatta utandığını söyleyenlere küfredenler vardı/var.
'hepimiz Ermeniyiz' cümlesine o kadar çok takıldı ki bazı insanlar, amacından saptırdılar olayı. yine başka yerlere çektiler. yine o meşhur 'şehitlere bu kadar ağlamadınız'(!) cümlesi duyuldu bir sürü insanın ağzından. saçma sapan ve gereksiz bir sürü kıyaslama yapıldı. ve bütün bunları yapanların anlamadığı bir şey vardı, insan olan herkes ayrım yapmaksızın 'ihtiyacı olan'ın yanında olurdu. insan olan insan için Türk ya da Ermeni, Müslüman ya da Hristiyan fark etmezdi. çünkü insan olan insan, önceliği milliyetine değil 'insan olma'ya verirdi.
ortada 5 yıl önce Türkiye'de sokağın ortasında öldürülmüş bir insan var. daha doğrusu artık ne yazık ki yok. bu insanın Ermeni olması olayın boyutunu değiştirmez. daha önemli ya da daha önemsiz kılmaz. insan olan için böyledir yani bu. ama 5 yıldır bir türlü çözülemeyen(!) bir dava, insanları aptal yerine koyar gibi saçma sapan bir sonuç.
sorun bu ülkede suçluların ellerini kollarını sallaya sallaya sokaklarda gezebilmeleri. sorun devletin bütün pisliklerden haberdar oluşu. hatta pisliklerin başrolünü oynaması. sorun bütün bu pisliklere karşı birlik ve beraberlik içerisinde karşı gelmemiz gerekirken bölünmemiz, parçalanmamız. sorun 'adalet'in, adaletsizin önde gideni oluşu.
Uğur Mumcu. Abdi İpekçi. Metin Göktepe. Hrant Dink. ve benim daha bilmediğim nice insan.
'hepimiz Ermeniyiz' cümlesine bu kadar takılacağınız yerde biraz düşünün. 'hepimiz insan mıyız?' diye. hem 'hepimiz Ermeniyiz' cümlesi, 'şerefli Türk vatandaşları'nın işlediği suçtan daha 'kötü' olamaz değil mi?
Ermeni değilim belki, ama insanı öldüren 'vatandaşlarım'dan(!) olmadığıma da eminim.
14 Ocak 2012 Cumartesi
The Help.
antropoloji ödevim için ne yapsam diye kara kara düşünürken 5 numaralı odadan arkadaşım geldi. biraz konuştuk. dün bi film izlediğini ve çok etkilendiğini söyledi. adı The Help'miş. Jackson eyaletinde ve 50'li yıllarda (yanılmıyorsam) geçiyor, ırkçılığı konu alıyormuş. kafamın 5 cm üstünde bir lamba belirdi ve arkadaşım nura boğuldu. ödev konusu The Help olsun eyooo sevinciyle ayaklarımı popoma vura vura bilgisayarıma koştum.
daha sonra kitap uyarlaması olduğunu öğrendim filmin. aslına bakarsanız insan hakları alanında özellikle son zamanlarda çok film var. (Iron Jawed Angels da çok etkilenmiştim misila. nedense hep Amerika'yı ele almışım.) ama bu filmde farklı olarak o karakterlerin Obama'nın başkan olduğunu duyduklarındaki surat ifadelerini merak etmiyor da değilim.
unutmadan:
you is kind
you is smart
you is important.
örövizyon şeysi.
Can Bonomo iyi oldu bence abi. pek dinlemezdim ama adını biliyodum tabiyki. haberlerde olayı duyduktan sonra albümü dinlemeye başladım ve içim kıpır kıpır oluverdi.dinlerken heyecanlanıyorum falan.neden ama anlamadım...eurovision yüzünden olabilirrrr.bkz: morveötesi sahnedeyken kalbimin küpküp atması.
tatlı,hoş çocuk hani :) sesi de yerinde. tarzını çok olumsuz eleştirseler de ben bayıldım.
Ben derim ki saygılı olun bu çocuuua karşı :) çok gereksizcesine konuşan var.
tatlı,hoş çocuk hani :) sesi de yerinde. tarzını çok olumsuz eleştirseler de ben bayıldım.
Ben derim ki saygılı olun bu çocuuua karşı :) çok gereksizcesine konuşan var.
Başarılar Can Bonomo!
not: REKLAMLAR: 2012 eurovision şarkısını radyomuzdan dinleyebilirsiniz ksladjklasdh
not: REKLAMLAR: 2012 eurovision şarkısını radyomuzdan dinleyebilirsiniz ksladjklasdh
YOKO ONO
yoko ono'yu takip ettiğim için kendisi bana twitter'dan özel mesaj yollamış. (Y)
herkese benden bir çay. (Y)
herkese benden bir çay. (Y)
13 Ocak 2012 Cuma
yalaaaaaan düünyaaaa
11 Ocak 2012 Çarşamba
sen kimseyi sevemezsin, sevmeyeceksin.
gün olmuş, gece olmuş, güneşle ay yer değiştirip durmuş. yerde bakire karlar. odada uyku kokuları. bu yorgunluk fazla. dudağımda yara açacak kadar fazla. insanı ayakta tutan şey ne bilmiyorum. ama bazen bir gemi gibi yan yatmalı insan. çok fazla kurcalamamalı geçmişi ve biraz rakı içmeli.
9 Ocak 2012 Pazartesi
machine gun
Ben machine gun dinlerken ister istemez kafama ince sopayla vuruyorlarmış gibi hissediyorum.Normal tabii.Çok rahatsız edici bir şarkı dinlemeyiniz.Ne saçma bir şey dedim insanda merak duygusu var hemen dinleyesi gelebilir ama benim gibiysen dinlemezdin.Aslında şarkıyı açardın dolardı ama yürütmezdin bir türlü sonra o donan pencereyi kapatırdın.
Benim günüm işte her gün böyle kendimle garip garip konuşarak geçiyor nabeer?
Benim günüm işte her gün böyle kendimle garip garip konuşarak geçiyor nabeer?
8 Ocak 2012 Pazar
böyleyken böyle.
dün gece gözümün önünde yiyişen çiftlere rağmen ders çalıştım ben. "üniversite sınavına bu kadar çalışsaydım, şimdi nerelerde olurdum ehehöteyeteruıtgklstrşs" klişesini yaptım. yeni rektörle gelen haftasonları 24 saat açık kütüphane ve finalcilere bedava kahve, çay, çorba projesini sevdim. sonra da günün anlam ve önemine uygun düşsün diye gidip İtaat Deneyi'ni izledim. bakınız. o halde hadi gidip kişilik çalışalım.
6 Ocak 2012 Cuma
selam.
şimdi üniversiteli akranlarım "finaller geldi yhaaa x(" modundayken -affedersiniz- kıçımı yaya yaya film falan izliyorum. agnostiğim ama allah belamı verecek sanırım. bi' de az önce bizim ünlü Burçin'i gördüm. sanırım aşkı hala kabartma tozu sanıyor. yanaklarını mıncırmıyım da ne yapayım. oy dağlar.
anne ben psikolojiye kaçtım.
anne ben psikolojiye kaçtım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)