28 Kasım 2014 Cuma

*INTERSTELLAR*



Bir yıldır Interstellar filmini bekliyordum. Beklentiye girmiştim. Konusu beni alakadar ediyordu az buz. Garip bir çocukluğum vardı. Aklımın almadığı onlu yaşlarımın başında Bilim ve Teknik dergisini çok okurdum. İçinde bilmediğim bir çok terimler geçiyordu. Astrofizik, kuantum mekaniği, nanoteknoloji, laboratuvarlar, enstitüler vesaire.. Bunlar neydi? Neden vardılar ki? Bunların karmaşıklığını daha çözememişken üniversite tercihimi alakasız bir mühendislik dalında kullanmam ve okulumun sonuna yaklaşırken bilimle alakalı bir şeylere dahil olmanın, malzemenin derinliklerine dalmanın güzelliğini yeni yaşıyorum. Daha bugün malzeme laboratuvarında minicik bir parça ürettik, ne olduğunu boşverin. Masamın ucunda duruyor şu an, bana bakıyor.

Christopher Nolan en çok sevdiğim daha doğrusu senarist bakımından belki de en etkilendiğim adamdır. Memento, The Prestige, Inception ve yetmez gibi çocukluğumuzun karakterlerinden Batman'i bize kavuşturan adam.
Filmi beklerken güzel olup olmaması umurumda değildi, kurgusunun farklı olacağını biliyordum. Bu filmin kurgusu çok eskiye dayanıyor gerçi. Başta Steven Spielberg'ün ellerine emanetti oda güzel şeyler çıkarırdı elbet ama Nolan kardeşlerin daha farklı olacağı aşikardı.
Ben bu film üzerine analiz yapmak yahut spoiler vermek istemiyorum. İçinde bir ton mantık hatası, kopukluklar mağlumunuz zaten ama adı üstünde 'bilim kurgu' filmi. İçinde belli gerçeklik olma hayali ise beni mutlu ediyor.
Bu film uzay temasından ibaret değil. Evlat, baba, mesleğini bırakıp hayatın zorluğuna düşen insanlar, dünyanın sona doğru yaklaşması ve gideceğini kabullenmemek, geleceğinin belirsizliğinin verdiği acıyı gösteriyor. Duygusal yönden beni etkiledi kesinlikle. Düşünmeme sevk etti.
Filmin müziklerini -artık tek tabanca kanka oldular zaten- Hans Zimmer yaptı. Fimden sonra anlamsızca  saatlerce soundtracklerini dinledim filmin. İçinde ne söz var ne
de bir mesaj. Mesajı film verdi zaten üzerine sözü ekleyip yürümek size kalmış dostlarım.

Bir sonra ki beklediğim film konusu ve oyunculuğunun performansını deli gibi merak ettiğim The Imitation Game. Bakalım, onun gelmesine daha var. Şubat'ı bekleyelim. Kış geçsin, karlar yağsın hele bir.

I only know what I know..

Bugün yarım saatimi yeni tanıştığım birisine aslında ‘normal’i bizim belirlediğimizi buna bağlı olarak zorla haklılığını direttiği şeyin çok saçma olduğunu anlatmaya çalıştım. Ayrıca beni aşan, imkânsız şeyler isteyen insanlara bağırdım. Öte yandan, doğum günümü bir kutlu doğum haftasına benzer şekilde bir hafta kutlamama rağmen aslında geçen yaşımda kaldığımı fark ettim. Yeni yaşımı dün öğrendim.

Sizi bilmem arkadaşlar ben çok yoruldum. Yürürken bir gün pat diye düşüp bayılacakmışım gibi. İnsan kıyaslamalarından da bıktım. ‘Bana ne diğer insanlardan?’ diyorum, ‘bencilsin!’ diyolar. ‘Bırakın yahu!’ diyorum. Olabilir. Ne yapalım? Ağlayalım mı?


Amaaan neyse canım! Diyor, güzel bir şarkı koyuyorum aşağılara. Rica edeceğim tıklayınız. Çünkü bu şarkının yeri ve önemi anlatılamaz benim için. Geleceği merak ediyorum her dinleyişimde. Yeni bir hayatın başlangıç haberini bu şarkıyı dinlerken aldım ve o zamandan beridir düşünüyorum. Daha ziyade O’nun hayatını düşünüyorum. Tam bir heyecan! Bi’ de ŞARKI ÇOK GÜZEL TAMAM MI? olmadı albüm hakkında da konuşuruz sonra. bye. 


25 Kasım 2014 Salı

Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor

Kendimi son dönemde bir Fars kültürü asimilasyonu altında hissettiğim zamanlardayım. Bunda Kürdolojinin etkisi yadsınamaz tabii. Gittim seçmeli ders olarak Farsça aldım, o tarz çılgınlıklar falan. İran yapımı filmlere kısaca Allah verdikçe veriyor diyebiliriz!
Şimdi gelelim bu postun konusuna: Farsça underground müzik. Ben de her bu kültüre merak salan biri gibi, Farsça müzikle daha önceden Mohsen Namjoo ile tanışmıştım. Allah -varsa- razı olsun kendisinden. Setarla, erbaneyle, klasik kemençeyle, gırtlak sesiyle harman ne güzel şarkılar çıkıyor dünyada. Şükür. Shirin Shirinam diye şarkı söylerken bir de baktım, politik duruşu ve sanatıyla harikalar yaratan İranlı Kürt sanatçısı Bahman Ghobadi'nin Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor filmi çıktı karşıma. Çok zamandır izlemek istiyordum da bir türlü fırsat bulamamıştım. Filmlerinin çoğunda Kürt halkının sınır ve yurtsuzluk sorununu farklı senaryolarla dile getirmişti; bunun en sonuncusu Niwemang'dı benim için. Minik arkadaş grubunda Laylahen sahnesini bilmeyeni dışlıyoruz zaten. Neyse. Bu sefer underground müziğin Tehran'ından bahsetmek gerektiğini düşünmüş olacak ki, Kürt etnolojisinden uzaklaştığı tek film olan Kimse İran Kedilerinden Bahsetmiyor'u çekmiş. Zaten İran undergrounddan bahsederken Ghobadi'yi anmamak bu anlamda ayıp olur.
İran'ı kafamızda klasik ulusalcı tavırla def etmekten ziyade, gidip görüp tanımak daha yerinde olacaktır. Lakin Humeyni'nin mirası sağolsun, sanatçının sınırlılığı İran'da sanat yapmalarını engelliyor. Sınır tanımayanları ise (bu yazıda şimdiye kadar bahsettiğim Mohsen Namjoo, Bahman Ghobadi ve daha sonra bahsedeceklerim) sürgünde. Evet, aklımıza Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya geliyor. Onları unutmak mümkün değil ve dert edindikleri şeyi geç anladığımız -hatta hala anlayamadığımız- için bizi affetsinler.
Dönelim tekrar Bahman Ghobadi'ye. İran underground'unu anlamak için onun filmine göz atmanızı tavsiye ederim. Müzisyenlerin niyetleri müziklerini özgürce yapmak fakat rejimin baskısından dolayı alınan cezalar, karaborsa çözümleri ve riskler sanatçıların üstünde büyük baskıları doğuruyor. Kaçamayan Tahran sokaklarına gömülüyor.

“Filmimdeki genç kahramanları İran kedilerine benzetiyorum; özgürlükleri ellerinden alınmış, müziklerini ancak saklı gizli yapabiliyorlar.” Bahman Ghobadi


گربههای فارسی (İran Kedileri - Temsili)

Hadi minnacık bir iyilik yapıp ilmin bir de altyazılı linkini vereyim,buyrunuz.

İşte böyle vizelerin bittiği bir günden, tesadüfen bir karla çıktım. Grubumuzun ismi کیوسک (Kiosk). Daha az önce tanıştım. Blues, alternatif arası bişeyler, sözler Farsî. 2003'te kurulmuş, politik şeylerle uğraşmış bu arkadaşlar. Rejim yer mi bunları? Tabii, daha önceden farkına varıp Kuzey Amerika'ya yerleşmişler. Amerika'da müziklerini sürdürüyorlar fakat Avrupa'da turne yapıyorlar sıkça. Bu arada Kiosk, (Farsî'de Kuşk) direklerin üstüne bir minik çatının yerleştirilmesiyle birlikte oluşan mekandır. Bizdeki çardak gibi de düşünebiliriz. Bu arkadaşlarımız, İran'da müziklerini tutuklanma tehlikesine karşı kuşk'ta yaptıkları için gruplarına bu ismi vermişler.


کیوسک (Kiosk)

Kiosk'un Mohsen Namjoo ile söylediği iki eseri var, single olarak yayınlanmış ve ÇOK GÜZEL OLMUŞ. Hatta 15 Aralık'ta Mohsen Namjoo'nun Dostları diye bir etkinlik vardı, beraber çalıp söylemiş hayınlar.



Misal ben de şu an Mohsen Namjoo ile söyledikleri مرغ سحر (Morg-e Sahar) isimli parçalarını dinliyorum. O nedenle şapşal bi gülümsemeyle yazıyorum ama siz görmüyorsunuz. Eheh. Bir de ای یارم بیا (Ay Yarom Bia) var, yine Namjoo & Kiosk single'ı. Klibi Sergei Parajanov'a ait "Color of the Pomegranate" filminden, mübarek sanki Sadık Hidayet kitabı. Neyse, o filmi de inceleriz bir gün.

Albümleri:

2005: Ordinary Man (sıradan adam)
2007: Eshghe Sorat (sürrat aşkı)
2008: Global Zoo (küresel hayvanat bahçesi)
2010: Triple Distilled (üç defa damıtılmış)
2011: Natijeh e Mozakerat (müzakere neticesi)
2013: kiosk6 Parallel Establishments (kiosk6 paralel kurumlar)
2014: Zang Bezan Azhans (call a cab)

dinleyiniz, dinletiniz. haydi, خدا حافظ

neyse.

itiraf etmeliyim ki 'neyse' grubu hakkında pek bilgim yok. bu grubu bundan birkaç ay önce çok sevdiğim bir insan sayesinde tanıdım. ve o günden beri de seve seve dinliyorum. 'bizim çocuklar'ın da güzel müzik yapabileceklerinin en güzel örneklerinden biri 'neyse' grubu bence. şarkılarının her biri ayrı bir güzellik taşımakta, benim en çok dinlediklerim ise şu şekilde:

Uzak - 'eğer içtense bırak gelsin, diğer hepsini yolla gitsin. düşünme, durma' gibi sözlere sahip. sert ve karanlık bir altyapıya sahip. etrafınızda yüzlerce insanın olduğu, ve yalnız kalmak istediğiniz bir anda (özellikle Kadıköy-Beşiktaş vapurunda) çok güzel dinlenir bu şarkı.

Söz - 'söz ver düşüne yoldaş olayım. hüzn-ü halimi aleme sarayım.' sözlerine sahip enfes şarkıdır.

Aydınlık - yukarıda belirttiğim iki şarkıdan daha farklı. hem söz olarak, hem müzik olarak. 'keza eksik ömürlerden kesilmiş adalet yetişmez.'

Hokkabaz - grubun en hareketli şarkısı. 'çamur ve çirkef bu düzene kalsa dünyanın çivisi çıkar, içim yanar. alemdeki o tek bilene sorsam, sarılsam belki esneyip bağdaş kurar. böylesi tantanayla olsa olsa bu meczup bir takar, iki takar, kibrit çakar.' 

Kırık - şimdiye kadar paylaştığım şarkılar daha çok sözleriyle ön plana çıkıyordu, bu şarkı ise melodi olarak, ses olarak, yani akustik olarak daha ağır basıyor bence.



dinleyin ki kafanız dönsün.
dinleyin ki dünya dönsün.
dön be dünya, işin ne?



21 Kasım 2014 Cuma

Naber? gelmedi senden bi' haber,meraak et-tim.

Uzun zamandır ilk kez bu kadar dingin bir akşam geçirmenin mutluluğu üzerimde. Akşam üzerinden beri okuduğum kitabın dili üzerime yapışıp kendimi 1940'larda yaşıyormuş gibi hissetsem de beynimin arka tarafında sürekli Hande Yener- Naber? çalıyor.
Kamu spotu gibi ortalıkta 'içmeyin oğlum ya' diye gezinirken derdimi insanlara anlatıyorum. İstisnasız her insanın bana geri dönüşü 'biraz daha bencil ol.' oldu. Zamanında kendimi ifade edemeyip çok bencil damgası yediğim olmuştu ama yok ya, güzel değil. İnsanlar nasıl yorulmuşsa artık hepsi de aynı şeyi söyledi. Şimdi size insanların neden böyle olduğunu açıklamaya çalışmayacağım. Zaten kafa da yormadım. Olur öyle. Umarım bunlar hep havadandır..